Foza Yusif: Zorla değil, her iki tarafın iradesine dayalı bir entegrasyon hedefliyoruz
Suriye geçici yönetimi ile diyalog sürecini anlatan PYD Başkanlık Konseyi Üyesi Foza Yusif, “Zorla bütünleşme veya bir tarafın iradesinin diğerine dayatılması yoluyla değil, her iki tarafın iradelerine dayalı bir entegrasyonu hedefliyoruz” dedi.
Hesekê – Demokratik Birlik Partisi (PYD) Başkanlık Konseyi Üyesi ve Suriye geçici yönetimi ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Müzakere Komitesi Eş Başkanı Foza Yusif, Özerk Yönetim’in siyasi çözüm konusunda kararlı olduğunu belirterek, müzakerelerin başarısı için birçok unsurun mevcut olduğunu vurguladı. Foza Yusif, Kuzey ve Doğu Suriye’deki mevcut yönetimlerin entegrasyon sürecinin bir koşulu olarak feshedilmesinin “kabul edilemez” olduğunu ifade etti. Kadın haklarının müzakere sürecinde öncelikli bir yere sahip olduğunun altını çizen Foza Yusif, Suriyeli kadınların birliğinin “gerici fikirlerden arınmış, adil bir Suriye toplumu inşası için elzem ve stratejik bir adım” olduğunu kaydetti.
Ajansımızın Kuzey ve Doğu Suriye Editörü Sanaa El-Ali, PYD Başkanlık Konseyi Üyesi ve Suriye geçici yönetimi ile Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Müzakere Komitesi Eş Başkanı Foza Yusif ile müzakerelerdeki son gelişmeleri, kadın haklarını ve entegrasyon sürecine dair yaklaşımları ele aldığı özel bir röportaj gerçekleştirdi.
*10 Mart Anlaşması’nın üzerinden aylar geçti, ancak geçici yönetim ile birçok başlıkta hâlâ uzlaşma sağlanamadı. Yıl sonuna iki ay kala, anlaşmanın 8. maddesi yürütme komitelerine “uygulamayı cari yıl sonuna kadar hayata geçirme” sorumluluğu yüklüyor. Bu çerçevede, müzakerelerde son durum nedir?
Şam heyetiyle gerçekleştirdiğimiz son görüşmede, valiliklerin yapısı ve yönetim modeli ele alındı. Halep’te bir araya gelerek Şam, Halep ve Humus valileriyle idari yapılanma konusunu detaylı biçimde tartıştık. Ayrıca askeri heyetimiz ile iç güvenlik heyeti, askeri ve güvenlik güçlerinin Geçici Hükümet’e nasıl entegre edileceği üzerine görüşmeler yürüttü. Geçtiğimiz dönemde diyaloglarda kayda değer ilerlemeler sağlamaya çalıştık, ancak çeşitli nedenler hedefimize ulaşmamızı engelledi. Her aşamada bu çabalara farklı argümanlarla karşı çıkılsa da, güvenlik ve askeri meseleler diyaloğun en kritik başlıkları olmaya devam ediyor. Şam tarafı her toplantıda yeni bir konuyu gündeme getiriyor; bu durum tartışmaların odağını sürekli değiştiriyor ve bir meseleyi sonuçlandırmadan diğerine geçilmesine yol açıyor. Bu da doğal olarak sürecin verimliliğini olumsuz etkiliyor.
*Askeri ve Güvenlik Komitesi, Kürt Müzakere Komitesi ve Özerk Yönetim’i temsil eden komite olmak üzere birden fazla yapı sürece dahil. Bu komiteler arasındaki koordinasyon nasıl yürütülüyor? Komitelerin çokluğu, bir işbölümü mü yoksa ortak hedefe ulaşmak için tamamlayıcı bir mekanizma mı oluşturuyor?
Müzakere komitesini oluştururken, sürecin başından itibaren tüm boyutları temsil edecek bir çalışma planı geliştirdik. Örneğin, askeri konular görüşülecekse, bu konuyu askeri komite ele alıyor. Aynı yaklaşım idari meseleler ve Kürt sorunu için de geçerli. Komitelerin çokluğu hem işbölümünü hem de birbirini tamamlamayı sağlıyor. Sürecin merkezinde bir ana komite bulunurken, her bir alt komite kendi yetki ve sorumluluklarını tartışıyor.
*Siz, sadece kadınların öncülüğündeki Özerk Yönetim projesini değil, tüm kadınların haklarını savunan biri olarak, Şam müzakere komitesinde kadın temsilinin olmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şam’da düzenlenen birinci ve ikinci toplantılarda, Fransız ve Amerikalı katılımcılar da dahil olmak üzere, bu konu gündeme getirildi. İkinci toplantıda Sayın Tom Barrack, “Şam tarafına heyetinde kadınları da dahil etmesini tavsiye ediyorum” dedi. Ancak pratikte, kadınların rolü yalnızca müzakerelerde değil, her alanda marjinalize ediliyor. Geçici Hükümet kurulduğunda kadınlar dışlandı ve görünüşü kurtarmak amacıyla resmi bir varlık sağlandı. Dünyaya kadınların dışlanmadığını göstermek için birkaç kadın atanıyor; ancak bu, kamuoyunu kadınların dahil edildiğine inandırmak için yapılan bir aldatmacadan ibaret. Bu durum, birçok Ortadoğu ülkesinde ciddi bir sorun olarak devam ediyor. Bazı Avrupa ülkelerinde ilerleme kaydedilmiş olsa da siyasette hâlâ güçlü bir erkek tekeli söz konusu ve kadınların rolü açıkça sınırlanıyor.
Valilik sistemiyle ilgili tartışmalarımız sırasında birden fazla kez “Kadınların rolü nedir?” diye sordum. Alınan cevap, işçi sınıfında kadın oranının yüzde 52’nin üzerinde olduğunu, ancak karar alma merkezlerinde bu oranın yüzde 20 veya daha az olduğunu gösteriyordu. Hatta Halep’te yapılan son seçimlerde, Halep Valisi, 32 kişilik yönetimde sadece bir kadının karar alma pozisyonunda bulunmasından yakındı. Bu elbette kadınlar için korkutucu. Bölgelerimizdeki durumu karşılaştırdığımızda, Özerk Yönetim’de kadınların varlığı ile Geçici Hükümet’in kontrolündeki bölgelerdeki kadın varlığı arasında ciddi ve belirgin bir fark olduğunu görüyoruz.
Halep toplantısında, bölgelerimizde toplumsal sözleşme ve pratik gerçeklikler çerçevesinde, eğitim gibi bazı uzmanlık alanlarında kadın varlığının yüzde 50’yi aştığını vurguladık. Kadınlar yalnızca işçi veya memur değil; karar alma merkezlerinde de aktif olarak yer alıyorlar. Bu varlık biçimsel değil, hayati bir öneme sahip. Kadınlar karar alma süreçlerine katılıyor, etkili ve temel bir rol oynuyor ve bu noktalar toplantılarımızda açıkça belirtildi. Kadınların varlığı konusunda uluslararası bir baskı bulunuyor ve kadın meselesine dikkat çekiliyor; bu baskı zaman zaman kadınların varlığının öne çıkarılmasına yol açıyor. Suriye’de kadınlar sürekli bir varlığa sahip, çalışmaya ve siyasete açıktır ve bu durum Geçici Hükümet’in tutumunu bir ölçüde etkiliyor. Kadınlar dışlanamaz; ancak günümüzde kadın oranı hâlâ oldukça düşük.
*Diyalog süreciyle eş zamanlı olarak gerçekleşen tehdit ve saldırıları nasıl değerlendiriyorsunuz; bu saldırılar Şam kaynaklı mı yoksa Türkiye’den mi geliyor?
Türk devleti, hâlâ Suriye’yi kendi vilayetiymiş gibi görüyor. Bu yıl Suriye’de yaşanan gelişmelerin ardından, Türkiye’nin bölgede güçlü bir nüfuz sahibi olma arzusu arttı ve ülkeyi kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme çabası devam ediyor. Ayrıca Türkiye, Kürt ve Arap halklarına karşı düşmanca tutumunu sürdürmekte ve Suriye’de demokratik bir yönetim veya halkın haklarını güvence altına alan bir anayasa arayışında bulunmamaktadır. Türkiye, Suriye’de otoriter bir rejimin tesis edilmesini teşvik etmekte ve müzakerelerin önünde bir engel teşkil etmektedir; bu durum elbette son derece olumsuz bir etkidir.
Ayrılık suçlamaları, Türkiye’nin otoriter ve ötekileştirici politikalarını ve bölge toplumlarının haklarını görmezden gelmesini meşrulaştırmak için sürekli kullandığı bir bahanedir. Son 15 yıldır, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin hiçbir zaman ayrılık peşinde olmadığı tüm ülkeler ve uluslararası güçler tarafından açıkça bilinmektedir. Ancak Türkiye, bu konuyu sürekli olarak fanatik görüşlere sahip aktörleri kışkırtmak ve Suriyeliler arasında anlaşmazlık yaratmak amacıyla kullanmaktadır. Baas rejimi döneminden bu yana, diyaloğa ve Geçici Hükümet ile bütünleşme çabalarımıza desteğimizi her fırsatta dile getirdik. Bu suçlamalar, defalarca kullanılan klasik bir Türk taktiği olup, zamanla kışkırtma ve fanatizme yol açmaktadır.
*Suriye’de mezhepsel ve etnik gerilimleri körükleyen bir medya kampanyası yürütülüyor ve çeşitlilik, bazı güçler tarafından kendi çıkarları için istismar ediliyor. Sizce, Suriye’de çok renklilik neyi ifade ediyor?
Bu durum tamamen gayri meşrudur ve son derece tehlikeli bir oyundur. Görüşmelerimizde, nefret söyleminin her an patlayabilecek bir saatli bomba niteliğinde olduğunu vurguluyoruz. Ne yazık ki bu eğilim devam ediyor ve kıyı bölgeleri ile Süveyda’daki önceki deneyimlerden ders çıkaramıyoruz. Benzer durum Şexmaqsûd mahallesinde de yaşandı. Siyasi ve entelektüel derinlik eksikliği ile bu politikaların sonuçlarının farkında olunmaması, nefret söylemini diğer tüm silahlardan daha yıkıcı kılıyor. Bunun nedeni, Suriye toplumunda oluşan ayrışma ve son dönemde artan düşmanlığın, toplumsal bağları zedelemesi. Bu sorun, Suriye halkının değil; Suriye’ye düşmanca gündemler yürüten hasta medyanın ve dezenformasyon yayan platformların sorunudur.
Ne yazık ki, gece gündüz ihtilaf çıkarmak için çalışanlar var ve görünüşe göre bazı taraflar tarafından görevlendirildiler. Suriyeli ve vatansever olduğunu iddia eden, Suriye'yi seven birinin sürekli ihtilaf çıkarması imkânsızdır. Bu durum ciddi bir sorundur. Son dönemde Suriye’yi yıkan etken, dinsel ve milliyetçi fanatizmdir. Bu politikalara karşı dikkatli ve kararlı bir duruş sergileniyor, çünkü ülke zaten yeterince zarar gördü. Ancak bu uygulamalar ve politikalar devam ederse, geriye kalanlar da yok olacak ve Suriye’deki tüm taraflar bu konuda son derece dikkatli olmalıdır.
*Kuzey ve Doğu Suriye bölgeleri ile geçici yönetim kontrolündeki bölgeler arasında sivil haklar, kadın hakları ve yönetim uygulamaları açısından temel farklılıklar bulunuyor. Bu farklılıklar, bazı dış güçler tarafından bölünme projelerini dayatmak için bir araç olarak kullanılabiliyor. Peki, bu birliği sağlamak hâlâ mümkün mü, yoksa artık bir hayal mi?
Bu durum, büyük ölçüde Geçici Hükümet ve Suriye’deki siyasi aktörlerin tutumlarına bağlıdır. Ülkede bölünmeyi teşvik eden dış güçler ve gündemler mevcut ve Suriyeliler arasında çatışmayı kışkırtmak için çeşitli yollar deneniyor. Ancak tüm Suriyelileri kapsayan, onların gönüllü katılımıyla birleştiren sağlam bir ulusal politika uygulanırsa, bu risklerin üstesinden gelmek mümkün olacaktır. Sykes-Picot Anlaşması’nın sona erdiği söylendiğinde, bu aslında bölgeyi bölmek için yeni bir proje hazırlığı anlamına geliyor ve Suriye bu projenin hedeflerinden biri olarak görülüyor. Tüm kültürel ve ideolojik unsurların yanı sıra kadınların ve gençlerin haklarını güvence altına alan demokratik bir hükümet var olduğu sürece, Suriye’de birlik ve aidiyet duygusuna katılma arzusu güçlenecektir. Tersine, ötekileştirme, dışlama ve zulüm olduğu ölçüde ise bölünme doğal olarak daha kolay olacaktır.
Elbette, bir unsur hedef alınırsa, saldırılar diğer gruplara da yönelir. Şiddet, zulüm ve başkalarının haklarının inkarı yaygınlaştığında, farklı yöntemlere başvurulması kaçınılmazdır. Tehlikeli olan, bu eğilimin sürekli olarak körüklenmesidir. Önce bir gruba saldırılır, ardından insanlar “Neden yurtdışından yardım ve destek istiyoruz?” diye sorar. Buradaki temel mesele, Suriyeliler olarak birbirimizi kabul etmeyi öğrenmemizdir. Ne yazık ki, güçlü bir diyalog kültürümüz yok; sahip olduğumuz iletişim, körlerin, sağırların ve dilsizlerin yaptığı bir diyaloğa benziyor, gerçek bir diyalog değil. Konuştuğumuzda bazı Suriyeliler, halkın taleplerini dinlemeye yanaşmıyor. Bazıları ise başkalarını anlamaya tahammül edemiyor. Bunun hemen ardından dışlanma ve ötekileştirme başlıyor. Tüm bunlar, Suriye toplumundaki uçurumun derinleşmesine ve toplumsal dokunun parçalanmasına yol açıyor.
*Özerk Yönetim, Suriye geçici yönetimi ile entegrasyon sürecinde hangi hedefleri gerçekleştirmeyi planlıyor?
Zorla bütünleşme veya bir tarafın iradesinin diğerine dayatılması yoluyla değil, her iki tarafın iradelerine dayalı bir entegrasyon hedefliyoruz. Demokratik entegrasyon için çalışıyoruz. Kuzey ve Doğu Suriye'de kurumlar ve son dönemde elde edilen kazanımlar mevcut. Bu bütünleşme süreci, her şeyi ortadan kaldırıp sıfırdan başlamak şeklinde olamaz. Suriye vatandaşlarının hayatlarını son dönemde bu kurumlar çerçevesinde örgütlediklerini ve bu kurumların dikkate alınması gerektiğini söylüyoruz. Ayrıca, Şam’ın farklı topluluklarla ortak çalışma deneyimi, kadın hakları, inanç ve din gibi somut konularda da örnek oluşturabilir. Bu alanlarda kaydedilen ilerlemeler, Suriye’nin diğer bölgeleri için de yol gösterici olabilir. Var olan her şeyi baltalamak ve sıfırdan başlamak yanlıştır; bu kabul edilemez. Ancak, üzerinde çalışabileceğimiz ortak konular var ve tüm toplulukların haklarına esnek davranılmalıdır. Anayasal Beyanname demokratik bir anayasa değil, tamamen merkezi bir anayasadır ve yeniden ele alınmalıdır.
*Suriye’de ateşkes ve siyasi çözüm bağlamında 2254 sayılı Karar’ın yeniden gündeme gelmesinin sebepleri nelerdir?
Birleşmiş Milletler bu konuyu gündeme getirdi ve hala tartışılıyor. Kararda ne gibi değişiklikler yapılacağını bilmiyoruz, ancak uluslararası toplumun birçok konuda endişeli olduğu ve bu nedenle 2254 sayılı Karar'a geri dönüldüğü anlaşılıyor. Başlangıçta bu konu hakkında bir tartışma yapılmadı, ancak kıyı şeridinde ve Süveyda'da yaşananların ardından bu konu yeniden ele alındı ve BM kararına geri dönüldü. Suriye'deki iç çatışmanın dış müdahaleye yol açacağını her zaman vurguluyoruz. İkisi arasında orantılı bir ilişki var. Bu nedenle sorunlarımızı çözmeliyiz. Süveyda ile kendine özgü özellikleri ve halkın iradesi gözetilerek, sorunsuz bir şekilde başa çıkmak mümkün olabilirdi. Yaşananlar, mevcut politikaların sonucudur. Bu nedenle, tüm yükü ve sorumluluğu Süveyda halkına yüklememeliyiz. Asıl sorumluluk, uygulanan politikalardadır.
*Müzakerelerin başarısı neye bağlı ve somut sonuçlar elde etme şansı hâlâ var mı?
Müzakerelerin başarısı için birçok unsur var. Birincisi, Kuzey ve Doğu Suriye'de siyasi irade var. İkincisi, Suriyeliler arasında bir uzlaşıya varma arzusu var. Üçüncüsü, bölgede tüm Suriye için faydalı olabilecek güçlü bir idari ve askeri deneyim var. En azından temel konularda bir anlaşmaya varmayı ve bunlar üzerinde çalışmaya devam etmeyi dört gözle bekliyor ve arzuluyoruz.
*Hem İsrail hem de Türkiye, Suriye meselesine açıkça müdahale ediyor ve kendi gündemlerini ülkeye dayatıyor. Kendi çıkarlarını gözeten bu bölgesel ve uluslararası baskılar altında Suriye halkına mesajınız nedir?
Geçmişte, Suriyeliler olarak, çıkarları tehdit altında olan dış güçlerin ülkeyi terk edebileceğini veya Suriyelileri feda edebileceğini birden fazla kez gördük. Bu deneyimlerden ders çıkararak, dış güçlere güvenmenin doğru olmadığını anlıyoruz. Öncelikle birbirimizi anlamalı, diyalog ve hoşgörüyü esas almalıyız. Mevcut intikamcı tutum sağlıksızdır ve Suriye, birçok farklı gündem ve uluslararası çatışmanın odağı haline gelmiştir. Stratejik konumu nedeniyle, bölgesel ve uluslararası güçler için bir çatışma merkezi durumundadır. Her zaman vurguladığım gibi, pozisyonumuz kritik öneme sahiptir ve meseleyi dış güçlerin değil, Suriyelilerin çözmesi gerekir. Ancak birbirimizi dışlamaya ve haklarımızı inkar etmeye devam edersek, dış güçler kesinlikle bundan faydalanacak ve amaçlarına ulaşacaktır. Bu bizim davamız ve bunu çözme iradesini göstermeliyiz.
Önümüzde hâlâ bir fırsat olduğuna inanıyorum ve bundan yararlanmalıyız. Temkinli bir iyimserliğimiz var, ancak bu iyimserliğin garantisi yok. 10 Mart Anlaşması'nın 8. maddesinde, "Bu anlaşmayı uygulamak için çaba göstereceğiz" ifadesi yer alıyor; bu, girişimlerin sürdüğünü ve hedefe ulaşmak için hâlâ çaba harcadığımızı gösteriyor. Ancak, yüzyıllardır biriken ve çözülmesi kolay olmayan meseleler de mevcut. Şu anda yıkıntıları arasında yaşadığımız birikmiş sorunlar var ve bunları bu kısa sürede ele almak kolay değil. Zaman tek başına belirleyici değil; asıl önemli olan temel sorunları çözme iradesini göstermek. Bu irade şu anda mevcut. Çalışma temposunu artırmalı ve her zaman buna hazır olduğumuzu ortaya koymalıyız.
*Kuzey ve Doğu Suriye’deki kadınlar olarak, genel olarak Suriyeli kadınlar ve Sudan, Filistin, Yemen gibi çatışma bölgelerindeki kadınlarla dayanışmanın önemi nedir?
Kadınlar Suriye devrimine katıldıklarında net bir hedefe sahipti, çünkü Suriye anayasası da kadın haklarını yeterince güvence altına almıyordu. Biz kadınların bir davası var, tıpkı toplulukların bir davası, inançların bir davası ve toplumların bir davası olduğu gibi. Bir kadın ulusu olarak, biz de ortak noktaları olan bir ulusuz. İnançlarımız ve yönelimlerimiz farklı olsa da, bizi bir araya getiren ortak kimlik, yani kadın kimliğimiz var. Maruz kaldığımız haksızlıklar nedeniyle, kadın hakları mücadelesi ortak davamız haline geliyor. Bu birlik, güç, örgütlenme ve her platformda etkili bir ses anlamına geliyor.
Suriyeli kadınların uyumu, gerici fikirlerden arınmış adil bir Suriye toplumu için elzem ve stratejiktir. Kadınlar olarak, fikirlerimiz, partilerimiz ve yönelimlerimiz ne kadar farklı olursa olsun, kadın hakları konusunda net bir vizyona sahip olmamız gerektiğine ikna olmalıyız. Bu noktada birleşmeliyiz. Suriyeli kadınlar arasındaki ortak payda budur. Şu anda kadınların katılımı konusunda büyük bir tehlike var. Marjinalleşme, dışlanma ve kadınların rollerinin inkârı söz konusu. Savaş bittikten sonra kadınların eve dönmesi teorisi ve ilkesi hâlâ mevcut ve bu kuralı çiğnemeliyiz. Kuzey ve Doğu Suriye'de bu kuralı büyük ölçüde çiğnedik. Devrimin başlangıcından bu yana kadınlar inşa sürecine dahil oldular. Devrimle birlikte kadın haklarının tesis edildiğini ve güçlendirildiğini söylediler. Suriyeli kadınlar olarak, kadın haklarının anayasal olarak güvence altına alındığı bir Suriye inşa etmek için birlikte çalışmalıyız.