Dilbilimci Necmiye Alpay: Tekçi politikalarla diller yok sayıldı

“Yaşasın anadillerimiz, yaşasın çok dilli dünya” diyen Dilbilimci Necmiye Alpay, Türkiye’de tekçi ve baskıcı politikalara işaret ederek, kalıcı çözümün ancak tüm yurttaşların anadili kavramından korkmamaları halinde olacağına işaret ediyor.

SARYA DENİZ

İstanbul- Tüm dünyada binlerce olarak ifade edilen dil kullanılıyor. Bu dillerin büyük bir kısmı kullanılmadığı için yok olmayla yüz yüze; kimi dillerin ise asimilasyon politikaları ile kullanımı yasaklanıyor. Dillerin yok olmaması için Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) tarafından 2000’de 21 Şubat tarihi “Dünya Anadil Günü” olarak ilan edildi.

UNESCO’nun 2013 yılının Mart ayında yayımladığı Tehlike Altındaki Diller Dünya Atlası’na göre, dünyada konuşulan 7 binin üzerindeki dilin yüzde 40’ı, ki bu 2 bin 500 olarak ifade ediliyor bu diller kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmış durumda. Uzmanlara göre tehdit altındaki bu dillerden her iki haftada biri yok oluyor.

Türkiye’de 18 dil kayboldu

Türkçe dışındaki dillerin yok sayıldığı ve dillere yönelik saldırıların en yoğun yaşandığı Türkiye’de UNESCO’nun Diller Atlası’na göre, Kürtçenin Kirmançkî (Zazaca) lehçesi dâhil olmak üzere 18 dil yok oldu veya yok olma tehlikesi ile yüz yüze bırakıldı. Bu dillerden Ubik, Mlahso ve Kapadokya Yunancası tamamen yok olmuş durumda. Hertevin ve Mlahso dilleri, Süryani dilleri ailesinden Turoyo, Ladino ve Gagavuzca, Romanca, Batı Ermenicesi, Hemşince, Lazca, Pontus Yunancası, Abazaca, Suret dilleri de “ciddi tehdit” kategorisinde gösteriliyor.  Adigece, Abhazca, Kabar-Çerkes dilleri ve Zazaca ise “kırılgan” diller kategorisinde.

Kürtçe düşmanlaştırıldı

Türkiye’de kimi çalışmalara göre ülkede 39 dil konuşuluyor. Ancak Türkçeden sonra en yaygın olarak kullanılan dil Kürtçe. Cumhuriyet tarihi boyunca Kürtçe sürekli baskı altında tutulmaya çalışıldı ve ‘ülke güvenliğine tehdit’ olarak görüldü. Kürtçe ülkede fiili olarak yasaklanırken bu dili kullananlar düşmanlaştırıldı, saldırılara maruz kaldı hatta katledildi.  Türkiye’de farklı dillerin kullanımı dinsel yapıya göre Lozan Anlaşması ile şekillendirilirken Kürtçenin kullanımı Avrupa Birliği'ne uyum süreci kapsamında 2002 ve 2003 yıllarında çıkarılan kanunlarla kısmi ölçüde esnetildi. Ancak Kürtçeye her zaman politik hava Kürt sorunun çözümsüzlüğü ile ya izin verildi ya da tümden ‘bilinmeyen bir dil’ olarak değerlendirildi. Çoğu zaman linçlerin, cinayetlerin, katliamların gerekçesi yapıldı. 

Dilbilimci Necmiye Alpay Dünya Anadil Günü’nde ajansımızın sorularını yanıtladı.

*Anadil nasıl tanımlanmalıdır?

Hepimizin Dünya Anadili Günü kutlu olsun. Önce şu notu düşmek zorundayım: Gündelik dilde “anadil” ve “anadili” birbirine karıştırıldı ve bilimin “anadili” dediği kavram galatımeşhur olarak “anadil” halini aldı. Dilbilimde bu ikisi farklıdır. Sorunuza yanıt olarak Boğaziçi Üniversitesi yayını Dilbilim Sözlüğü’nün verdiği tanımı aktarayım: “anadili (mother tongue) toplum dilbilim İnsanın içinde doğup büyüdüğü aile ya da toplum çevresinde duyarak ve ilk olarak edindiği dil/diller. İki dilin aile içinde ya da yakın çevrede konuşulduğu durumlarda iki dil de anadili olabilir. Çeşitli anadillerin konuşulduğu bir ülkede bu anadillerden biri ya da birkaçı resmi dil konumunda olabilir. Anadillerinden hangisinin ya da hangilerinin resmi dil konumunda olacağı dil planlaması uygulanarak belirlenir.”

*Anadilin yaşamasının toplum açısından önemi nedir?

Anadili kavramı zaten dilbilimin “toplum dilbilim” alanına giriyor. Toplumu oluşturan bireylerde duygu ve zihin oluşumunun temel taşları anadilleridir. Bireyler olarak öğrenim, eğitim, meslek, kültür, sanat, inanç, güvenlik, politika gibi bütün alanlarda zihinsel ve iletişimle ilgili etkinliklerimizi dil yoluyla gerçekleştiriyoruz. Dil dediğimizin temelleri ise anadilimizle atılıyor. Bu nedenle, yurttaşların anadilleri ile resmî dil ve öğretim başta olmak üzere her alanda kullanılan dil arasında uyumlu ve bilimsel bir ilişki kurulması yaşamsal bir önem taşıyor. Anadillerinin dikkate alınması ve her alanda hesaba katılması toplumsal hayatın işleyişi açısından belirleyici önemdedir. Bu konuda benim şu yazıma da bakılabilir: https://t24.com.tr/yazarlar/necmiye-alpay/anadili-ve-ogretmenin-dili,42874

*Anadili yasaklı olan kişiler yaşamda nasıl zorluklarla karşı karşıya kalıyorlar?

Anadili yasağı asimilasyon anlamına geliyor. Bu yasak özellikle zora dayalı yaptırımlarla uygulandığında çocukta ya da yetişkin kişide dışlanma (ötekileştirilme) ve haksızlığa uğrama duygusu yaratması ihtimali çok yüksektir. Dilin yasaklandığı koşullarda devlet ile yurttaş arasında baş edilmesi zor ve tepki yaratan bir ilişki tarzı ortaya çıkıyor. Anadili yasaklı olan kişi, az önce saydığım eğitim, sağlık, mesleki etkinlik ve benzeri alanlarda hem egemen dilin konuşurlarından daha büyük zorluklarla karşılaşıyor, hem de kendi içsel, yani anadiliyle gelen değer ve bilgi birikimlerini yitirme duygusunu yaşıyor. Anadilinizden farklı bir dilde eğitim görmek çok özel ve özenli koşullar ve ortamlar gerektiren incelikli süreçlerdir. Gerekli koşullar oluştuğunda çift dilli eğitim ne kadar zenginleştiriciyse, o koşullar sağlanmadan uygulanan yasaklar ya da zorlamalar da o ölçüde ters etkiler yaratabiliyor.  

*Anadilin temel taşıyıcılığını kadınlar üstlenmiş durumda. Anadilin yasaklanması, inkarı veya yok sayılması en çok kadınları etkiliyor diyebilir miyiz? Kadın ve dil arasındaki bağ nasıldır?

Kadınlar anne olmak açısından bebeğin ilk muhataplarıdır. Diğer canlılardaki gibi bizde de bebek daha doğmadan önce, yani cenin halindeyken, anne karnındaki gelişme aşamalarında annenin sesini ve sözlerini bedeninde duymaya başlıyor, sesin tonundan annenin mutlu ya da mutsuz, sevinçli ya da kederli, rahat ya da endişeli olduğu yönünde mesajlar alıyor. Cenin bebek olarak dünyaya geldiğinde (yenidoğan), annenin dolaysız muhatabı olmaya başlıyor ve muhataplık yavaş yavaş diyalog haline geliyor. Annemizin karnındayken ses çıkaramıyoruz ama, doğduğumuz anda çığlığı basıyoruz, çünkü ciğerlerimiz havayla dolmaya başlamıştır! İşte bu çığlık adım adım biçim kazanacak ve anne ile diğer büyüklerin yönlendirmesi yoluyla anadiline dönüşecektir. Anadili insan bireyinin ilk dilidir, annesinin dilidir. Çocuk hayatında daha sonra daha başka dillerle karşılaşacak ve o karşılaşmaların niteliğinden etkilenecektir. Dolayısıyla, sorunuz zaten yanıtını da içeriyor. “Anadili” sözcüğündeki “ana” kısmının “anne” anlamına geldiğine dikkat edilmeli. Her birimizin anadili, annemizin dilidir. Kadınlar dili bedenlerinde taşırlar ve konuşuru oldukları anadili ana rahminden itibaren yeni insan yavrusuna geçmeye başlar. Anadili dilin temelidir derken kastettiğimiz budur. Çocuk büyüdükçe ve annesi ile yakınlarından başka insanlarla karşı karşıya geldikçe, ünlü ruhbilimci Jacques Lacan'ın dediği gibi “baba dili” de devreye girer ve çocuğun ruh dünyası gelişerek toplumun bütününü kapsamak gibi bir atılım içinde yaşar. Belirleyici olan, bütün bunların uyumlu ve zenginleştirici bir ilişki içinde işleyip işlemediğidir.

*Türkiye’de anadil politikası nasıl? Türkiye’de bunca dil konuşulurken neden tek bir dil resmi? Bunu nasıl değerlendirmek lazım?

Türkiye Cumhuriyeti Fransa ve Almanya gibi tekçi Avrupa ülkelerini örnek alarak kuruldu. Bunlar esas olarak kültürel açıdan asimilasyoncu ülkelerdi. Tekçilik hem kapitalizmin hem de sanayi toplumunun bir özelliğidir. Bugün dünya ölçüsünde de İngilizce temeline dayalı bir tekçilik hüküm sürüyor. Anadillerimiz konusundaki bilimcilerimiz bu tür gerçeklikleri de dikkate almalıdır.

Bizde sanayileşme devlet eliyle kapitalist yoldan geliştirildi ve yurttaşlık bilinci buna uyarlandı. Resmî dilin tek olması aynı politikaların bir parçasıdır. Hedef olarak kapitalist sanayi toplumunun seçilmesiyle birlikte Türkçe dışındaki anadilleri yok sayılmaya başlandı. Örneğin Sovyetler Birliği dil açısından çok daha demokratik bir birlik olarak kurulabilmişti, ancak diğer alanlarla bütünleşik bir demokrasinin sağlanamaması, geride önemli deneyimler bırakarak bugünkü üzücü sonuçlara varılmasına neden oldu.

Bizde ise dilbilimciler tekçi resmî politikalarla iş birliği içinde oldular ve bilim dışı tavırlarla yetinerek “anadili” terimi ile kavramının bilinmemesine ve hesaba katılmamasına katkıda bulundular. Tek elden yönetmek ve tekçi politikalara yönelmek, karmaşık bir toplum yapısıyla başa çıkamayan çapsız devlet yapılarında ortaya çıkan kolaycı bir yönetim biçimidir. Öyle görünüyor ki bizde cumhuriyet devriminin getirdiği atılımlar özellikle ilk yıllarda belirli bir halk desteğini sağlamaya yettiyse de demokrasinin diğer ülkelerde de gerilemesi ve ardından İkinci Dünya Savaşı kıyametinin kopmasıyla birlikte, baskıcı devlet ve egemen sınıflar her tür sosyal ilkenin önünü kesmek için gerekli bahaneleri bulmuş oldu. Kadın özgürlükleri ve eşitlik konusunda da başlangıçta devrimci bir tavrı olan cumhuriyet gitgide baskıcı yollara “düştü” diyebiliriz. 

*Cumhuriyet boyunca Türkçe her zaman öne çıkarıldı ve tek dil haline gelebilmesi için her tür destek ve koruma sağlandı. Destek ve koruma kadar bir baskı aracı olarak kullanıldığı politikleştirildiği yadsınamaz ne dersiniz?

Az önce de belirttiğim gibi, dil politikaları sosyal ve iktisadi politikalarla iç içe yürüyor. Sanayi toplumu için gereken standart dil, egemen sınıfın dili oluyor, tıpkı bugün dünyanın egemen emperyalisti olan Britanya ve ABD’nin dilinin dünya düzeyinde egemen dil haline gelmesi gibi. Türkçe de kendi ölçeğinde bir egemen dil olarak bir tür politik araç işlevi görmüştür ve görmektedir. Türkçenin kendi içindeki işleyişi bile politik süreçlerin etkisindedir.

*Türkiye’de en yakıcı sorunlardan biri Kürt sorunu ve Kürtçeye yaklaşım. Türk devletinin bu politikaları Kürtçeyi nasıl etkiliyor?

Kürtçe bugün iki ayrı etkinin sonuçlarını yaşıyor. Görebildiğim kadarıyla Kürtlerin önemli bir bölümü anadiline sahip çıktı, onu elinden geldiği kadar yaşattı ve benim “Kürt olma özgürlüğü” dediğim özlem içerisinde siyasileşti. Bu yöndeki bilincin yükselmesi ölçüsünde, dilin kendisi de gelişme gösterdi. Kürt dilbilimcileri anadillerinin büyük sözlüklerini, dilbilgisi kitaplarını ve klasiğiyle moderniyle edebiyatını yayımlamak için büyük çabalar harcadılar ve harcıyorlar. İnternette Kürtçe kitap sitelerinin sözlük bölümlerine bakıldığında, verilen emekler hakkında fikir sahibi olunabilir: https://www.pirtukakurdi.com/kategori/kurtce-sozlukler

Bu gelişmelerde ne yazık ki devletin dişe dokunur bir katkısı olmuyor. Bir ara akademi bünyesinde kurulan Kürt Dili ve Edebiyatı bölümünün ömrü uzun olmadı. Tekçi politikalar bilimsel anlayışın önünü kapatıyor.

*Kürt sorunu ve anadili meselesinin Kürt sorunundaki yeri hakkında neler söylemek istersiniz?

Kürt sorunu kültürel, sosyal, iktisadi, siyasi ve sonuncusu kırk yılı bulan silahlı isyanlar gibi çok yaşamsal boyutları olan dev bir sorun. Anadili meselesi bu boyutların en eski, en temelli olanlarından biri, çünkü en büyük ve utanç verici baskılarla karşılaşan boyut anadilidir. Anadili az önce değinmeye çalıştığım psikolojik ve kültürel meselenin ayrılmaz bir parçası olageldi. Gönüllü asimilasyon ile zora dayalı asimilasyonun iç içe geçmesiyle doğan güçlükleri de hesaba katmak gerekir.

*Anadillerin korunması ve yaşatılması için çözüm öneriniz nedir?

Her şeyden önce toplumsal hayatın çok dilli olduğu gerçekliğini görmezden gelme politikasına son vermek gerekiyor. Siyasetçilerin ve özellikle bilim insanlarının bu konuda açık olmaları ilk şarttır. Dil haklarının çalışılması da birinci planda rol oynuyor. İnsan hakları çerçevesinde ele alırken dil hakkını barış hakkı ve çocuk hakları kavramlarıyla bir arada düşünmemiz ve ele almamız gerekir. Son bir nokta olarak şunu vurgulamalıyım: Kalıcı bir çözüm, yalnızca anadili konuşurlarının değil, tüm yurttaşların anadili kavramından korkmayıp bu kavramı yerli yerince anlamalarını ve benimsemelerini sağlamaktan geçiyor. Yaşasın anadillerimiz, yaşasın çok dilli dünya