Tahran'dan Hartum'a kırılmaz bir mücadele
Coğrafyalar farklı olsa da kadınların beden ve iradeleri üzerindeki kontrol isteği aynı zihniyetin yansımasıdır. Zorunlu başörtüsünden cinsel şiddeti meşrulaştıran yasalara kadar baskı ortak; kadınlar ise her koşula karşı direnişini sürdürüyor.

MERVAT ABDÜLKADİR
Sudan – İran’ın başkenti Tahran’da 16 Eylül 2022'de zorunlu başörtüsü kurallarına uymadığı gerekçesiyle ‘ahlak' polisleri tarafından işkenceye maruz kalan genç Kürt kadın Jina Mahsa Emini’nin katledilmesiyle başlayan halk ayaklanması üçüncü yılına girdi. Jina Mahsa Emini’nin katledilmesi, İran ve Doğu Kürdistan’da kadınların öncülüğünde büyüyen kitlesel bir direnişe dönüştü. “Jin, Jiyan, Azadî” sloganı ise, bu direnişi tüm dünyada baskıya karşı mücadelenin sembolü hâline getirdi.
Baskıcı politikalarla devrim bastırılmak istenildi
Bu baskıcı politikalar, çoğu ülkede hükümetlerin kadınların iradesini kırmak için uyguladığı yöntemlerin bir yansımasıdır. 2013 yılının aynı ayında, Sudan'da da kadınların özgürlük ve hak talepleriyle katıldığı bir devrimin kıvılcımı ateşlendi. Kadınların en temel taleplerinden biri, onların özgürce giyinmesini yasaklayan ve polislere şiddet uygulama yetkisi tanıyan Kamu Düzeni Yasası’nın kaldırılmasıydı. Ancak hükümet, tutuklamalar, işkence ve kadınların saçlarının zorla kesilmesiyle bu devrimi hızla bastırdı. Bazı kadın tutuklular cezaevlerinde tecavüze uğradıklarını belirtirken, bazı kadın tutukluların ise işkenceyle katledildiklerini anlattı.
Sudanlı kadınların direnişi
Ancak Sudanlı kadınlar teslim olmadı, iradelerini kaybetmediler. Aralık 2018’de baskıcı rejimi devirmek için yeniden sokaklara çıktılar. Bazı haklarını geri kazanmayı başardılar ve adaletsiz, baskıcı yasa ve düzenlemeleri lehlerine değiştirdiler. Sudan’daki kadınlar, haklarını ve onurlarını geri kazanmak için büyük bedeller ödedi; tutuklamalar, işkence, istismar ve hatta bazı kayıplar yaşadılar. Aralık Devrimi sırasında hükümete yaptıkları baskılar sonucunda önemli kazanımlar elde ettiler. Bunların başında, kadınlara belirli haklar tanıyan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ve Kamu Düzeni Yasası’nın kaldırılmasıydı. Kadınlar siyasi faaliyetlerden mahrum bırakıldıktan sonra siyasete ve liderlik pozisyonlarına geri döndüler. Ancak kadın siyasi aktivistler, haklarını talep ettikleri için tutuklandı, işkenceye maruz kaldı ve hatta eğitime erişimleri engellendi.
Cinsel şiddet sistematik bir silah oldu
Ancak Sudan’daki çatışma, kadınların özgürlüklerini ve onurlarını hızla ellerinden aldı; onlarca yıl süren yoksunluk, baskı ve adaletsizliğin ardından kazandıkları hakları da aşındırdı. Sudan ordusuyla birlikte hareket eden Hızlı Destek Güçleri, cinsel şiddeti sistematik bir savaş silahı olarak kullandı, aile içi şiddeti artırdı ve kadınların hareket ile ifade özgürlüklerini kısıtladı. Bu durum, kötüleşen yaşam koşulları ve artan sorumluluk yüküyle daha da ağırlaştı.
‘Kadınlar geri adım atmadı’
İnsan hakları aktivisti Magda Saleh, Sudan’daki kadınların ve kız çocuklarının Aralık Devrimi’nin ön saflarında yer aldığını ve yozlaşmış rejime karşı direnişte zafere kadar önemli bir rol oynadıklarını vurguladı. Magda Saleh, “Anayasal aşamanın sonuçları, eşitlik ve hukukun üstünlüğüne dayalı sivil bir yönetim hedefleyen birçok kişiyi hayal kırıklığına uğratan askeri yapılanmayla iş birliğine yol açsa da, kadınlar geri adım atmadı. Aksine, haklarını savunmak ve yasal, ekonomik ve sosyal koşulları iyileştirmek için mücadelelerine devam ederek vatandaşlık değerini yücelten, eşitliği savunan ve her türlü ayrımcılığı ortadan kaldıran bir gerçeklik inşa etmeye çalıştılar. Çatışmalar hem erkek hem kadın vatandaşların tüm insani koşullarını etkiledi; ancak cinsel şiddet, tecavüz, zorla yerinden edilme ve evsizlik gibi ağır ihlallere maruz kalan, güvenlik ve istikrardan mahrum bırakılan kadınlar ve kız çocukları üzerindeki etkisi daha da ağır oldu” dedi.
‘Kadınlar barış sürecinde aktifler’
Yasal ve sosyal korumanın tamamen çöktüğünü, kurumların ciddi şekilde zayıfladığını ve kadın sorunlarıyla ilgilenmediğini belirten Magda Saleh, sözlerini şöyle tamamladı:
“Sonuç olarak toplum, failleri yargılamak ve cinsel şiddet davalarını soruşturmakla yükümlü yetkili mercilere olan güvenini kaybetti. Bazı aileler ise, toplumsal damgalanma korkusuyla kadın ve kız çocuklarını intihara sürükleyen baskıcı yaklaşımlar sergiledi. Feminist siyasi ve sivil grupların, devrim sloganlarından ve uğruna mücadele ettikleri kazanımlardan vazgeçmeyeceğine; sivil devrim hareketinin rotasından sapmadan, geri adım atmadan yollarına devam edeceklerine inanıyorum. Kadınlar artık, çatışmaların sona erdirilmesi ve kadınların karar alma süreçlerine gerçek katılımını sağlayacak, her türlü ayrımcılığı ortadan kaldıran, tamamen sivil bir hükümet altında eşit vatandaşlık temelinde haklarının tanınması için yürütülen barış sürecine aktif olarak katkı sunuyor.”
‘Tecavüze uğrayan kadınlar sağlık güvencesinden yoksun’
Sivil devrim hükümeti döneminde Çalışma Bakanı olarak görev yapan kadın hakları aktivisti Tayseer El-Nurani, çatışmanın kadınlar ve kız çocukları üzerindeki etkilerinin devam ettiğine ve kötüleştiğine inanıyor. Tayseer El-Nurani, “Çok sayıda kadın ve kız çocuğu ülke içinde kaçıp yurt dışına sığınmak zorunda kaldı ve bu durum onları daha savunmasız hale getirdi. Hartum ve çatışmaya tanıklık eden eyaletlerde kadın ve kız çocukları cinsel şiddete maruz kaldı. Çeşitli raporlar, Hızlı Destek Güçleri tarafından girilen tüm eyaletlerde yaygın tecavüz vakalarının yanı sıra kadın ve kız çocuklarının kaçırılıp cinsel istismara uğradığını doğruladı. Hastane ve sağlık merkezlerinin yıkılması da kadınları ciddi sağlık krizlerine maruz bıraktı. Tecavüze uğrayan kadınlar sağlık güvencesinden yoksun kaldı ve bu da toplum tarafından reddedilen çocukların doğmasına neden oldu. Tedarik zincirlerinin ve gıda kaynaklarının aksaması sonucunda özellikle çalışan kadınlar arasında yoksulluk ve açlık oranları da arttı” sözlerine dikkat çekti.
‘Çatışma döneminde durum daha da karmaşıklaştı’
Afrika Boynuzu Kadın Girişimi (Sayha) Bölge Direktörü Hala Al-Karb, Sudan yasalarının kadınlara hizmet etmediğini ve adalet sağlamadığını söyleyerek, “Devrim sonrası sivil yönetim döneminde bile, okullarda, iş yerlerinde ve sokaklarda kadınlara ve kız çocuklarına yönelik tacizi açıkça suç sayan yasalar bulunmuyordu. Şimdi ise çatışma döneminde durum daha da karmaşıklaştı. Özellikle 1991 tarihli Sudan Ceza Kanunu, cinsel şiddete maruz kalan kadınların adalete erişimini ciddi şekilde kısıtlıyor. Yasa kadınlar lehine değil; tecavüz sonucu hamile kalan kadınlara kırbaç ya da taşlayarak ölüm gibi cezalar veriliyor. Mağdur olarak değil, ‘zina’ suçu işlemiş gibi yargılanıyorlar” dedi.
Hala Al-Karb ayrıca, Sudan'ın hâlâ Kadın Haklarına İlişkin Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı Protokolü’nü (Maputo Protokolü) ve Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’ni (CEDAW) resmi olarak onaylamadığını hatırlattı. Bu durumun, çatışma sonrası kurulacak herhangi bir hükümetin kadın hakları konusunda geri adım atmasına zemin hazırlayabileceğini söyleyen Hala Al-Karb, dolayısıyla kadın haklarında ciddi bir gerileme yaşanmasının olası olduğunu ifade etti.
Gazeteci Rehab Fadl El-Sayed ise, çatışma döneminde kadınların rolünün önceki dönemlere kıyasla belirgin şekilde azaldığını belirtti. Bu gerilemenin temel nedenlerinden birinin “askeri zihniyetin baskınlığı” olduğunu açıklayan Rehab Fadl El-Sayed, çatışma öncesi dönemde, kadınların siyasi katılımını ve kamusal sivil alandaki varlığını destekleyen yasaların mevcut olduğunu hatırlattı.
Kadınların haklarını geri kazanmasının, bu hakları tam anlamıyla güvence altına alacak sivil bir hükümetin varlığına bağlı olduğunu ifade eden Rehab El-Sayed, “Kadınlar, Sudan ordusunun kontrolündeki bölgelerde dahi, Hızlı Destek Güçleri ile işbirliği yapmakla suçlanıyor; tecavüz, taciz ve işkence gibi doğrudan ihlallerle karşı karşıya kalıyor. Tutuklanıyor, işkence görüyor ve yargılanıyorlar” dedi.
Rehab El-Sayed ayrıca, Sudan hükümetinin kadınları korumakta başarısız olduğunu ve onları güvence altına alacak yasaları uygulama konusunda kararlılık göstermediğini belirtti. Özellikle savaş bölgelerinden güvenli alanlara göç eden kadınların büyük risk altında olduğuna dikkat çeken Rehab El-Sayed, çoğunun keyfi şekilde tutuklandığını kaydetti.