Bir göçmenin kaleminden: Ülkemin topraklarından üçüncü kez göç ediyorum

Aklımda bir hayal dolaşıyor: Bir kez daha uzun bir yola çıkmak istiyorum. Günlerce, soğukta ve karanlıkta olsa bile. Kabul ediyorum. Sevgiyle kabul ediyorum, bu yol Efrîn'in özgürlüğüne, kıbleye ve amacımıza giden yol olsun.

ZAHÎDE MEMO

Bir göçmen olarak, ben ve pek çok kişi bir kez değil, üç kez zorla göç ettirildik. İlk kez 2011 yılında Halep'ten çıkışımız ne kadar zor olursa olsun, Efrîn'den çıkmak kadar zorlayıcı değildi. 2018 yılında Efrîn'den ayrılışımız ruhun bedenden ayrılışına benziyordu. Özellikle Cebel Ehlamê'ye doğru yürüyüşümüzde gördüklerimiz ve görmediklerimiz! Bombardımanlar altında amcamın arabasıyla evimizden ayrıldık. Fakat bir anda savaş uçağının vurmasıyla içinde bulunduğumuz araba da hasar aldı ve arabadan inmek zorunda kalarak yürümeye devam ettik. O andan itibaren ben ve küçük kız kardeşlerim birbirimizin elini tutarak yürümeye başladık. Bu, Efrîn'e ve birbirimize son bir veda gibiydi.

Bombardıman ve hava saldırıları arasında yürüyorduk. Her şeye rağmen yürümeye başladık, nereye gideceğimizi bilmeden bir yolculuğa çıktık. Ateşin içinden, bombardımanların ve savaş uçaklarının saldırıları ortasında ilerliyorduk. Ölüm rüzgarının estiği, duygularımızın yakıcılığı ve gözyaşlarımızın yağmurla birlikte damla damla akması, bu yolda ilerlerken yanımızdaydı. Sabahın erken saatlerinde soğuktan dışarı çıkmak istemiyorduk. Onlarca kez arkama dönüp bakarak, "Geri döneceğim ve burada öleceğim" diyordum. Ama olmadı. Bir rüya gibi, o dağın tepesinde, tüm umutlarımızı geride bıraktık, hasret ve acıyla…

Efrîn'e dönme umudumuzu hiç kaybetmedik

7 yıldır geri dönmeyi umuyorum. Göçmenliğimizin sonu olacağını düşünüyordum. Şimdi Efrîn'e dönmeyi bekleyen bir umudumuz var. 7 yıl boyunca Şehba'da, özellikle Ehdas'de göç alanında ailemle, halkla direnerek, mücadele ederek ve Efrîn'e geri dönüş umutlarıyla yaşadık. Bir kez daha öz gücümüze sarılarak, ülkemizin özgürlüğüne umut ettik. 7 yıl boyunca bombardımanlar, acılar ve ambargolar altında geçirdik. Efrîn'e dönme umudumuzu hiç kaybetmedik ve geri dönüş hikayelerini ve hayallerimizi birbirimize anlatıyorduk. Her gün, her gece sadece bu istek ve arzuyla ayakta kalıyorduk.

Halep yolunda saldırı seslerini duyduk. 1 Aralık günü, saat 12.00 civarında her zamanki gibi kahvaltımızı ve kahvemizi içtik. Oturuyorduk ama uzaktan Halep yolundaki saldırının sesleri geliyordu. Evimiz Halep yoluna yakındı. Ancak o zaman bile savunma güçlerimiz o yolu kapatmış ve rejim geri çekilmişti. İçimden, "Her zamanki gibi normal bir gün, sesler var ama bize yaklaşan bir şey yok" dedim.

Yarım saat sonra, yaşam bir anda tamamen değişti. Ne hayallerimizde ne de rüyalarımızda göremeyeceğimiz bir soygun yaşandı. İki dakika içinde özel eşyalarımızı çantalara koyarak, tüm kitapları, fotoğrafları yaktılar. Önce laptop, lens, günlük, sabit disk gibi önemli eşyalarımı çantaya koyup çıkardım. Ama olayların hızı onları geride bırakıp gitmemi gerektirdi. Bu kadar hızlı gelişen olaylara hazırlanmak mümkün müydü?

Böyle bir güne hazırlıklı olan var mıydı? Bilmiyorum

Komşumuzun arabası kapının önündeydi. Her şeyi arabaya yükledik ve yola çıktık. Etrafa, sokaklara baktım, ağlama ve bağırma sesleri geliyordu. Herkes sessizdi, yüklerini sırtlarına almışlardı. Yavaşça yollar kapanmaya başladı. Böyle bir güne hazırlıklı olan var mıydı, bilmiyorum. Nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Yolda silahlı kadınlar gördüm, onlara baktım. Onlar, "Nereye gidiyorsunuz? Kendi yerimizi, gücümüzü, direnişimizi bırakmamalıyız" dediler. Bu manzarayı görünce utandım. Tekrar eve döndüm, sokağa çıktım ama kimseyi bulamadım. Öylece durduk. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Ellerimle bir şey tutup kaldırmak istedim ama yapamadım.

Efrîn'deki anılar yakıldı, Şehba'da da bir yere gömüldü. Eve girdim, aileme "Evde kalalım mı?" dedim. Önümüzde farklı bir yol yoktu; çeteler mahalleye girip çatışmaya başlamıştı. Savunma ve asayiş güçleri sokağın başındaydılar. Onları gördük ve bağırdık: "Çeteler geliyor!" Şaşkınlıkla, kadınlar ve çocuklar koşarak çığlık attılar. O an kendimi Şehba'da değil, Şengal'de hissettim. O yaşanan manzara karşısında sanki ben de öldüm. Eve girdim, babama tüm özel eşyalarımı saklamasını söyledim, onların eline geçmesin. Efrîn'deki anılar yakıldı, Şehba'da ise gizli bir yerde saklandı.

Bu sırada tekrar araba geldi, şoför "Çeteler gelmeden çıkmalıyız" dedi. "Dışarı çıkmam, çeteler gelirse kendimi öldürürüm" dedim. Önümüzde yol yoktu, onların eline düşmemeliydik. Sonunda araca bindik. İki farklı araçla gittik; bir araçta ben, kız kardeşlerim ve annem, diğer araçta babam ve diğerleri vardı. Hala nereye gittiğimizi bilmiyorduk, bilinmeyen bir yere gidiyorduk. Çeteler her yere dağılmıştı.

Tarif edilemez bir durum vardı

Akşama kadar herkesin Şehba'dan ayrılmasına karar verildi. Burada ailemi ve diğerlerini kaybettim. Nereye gittiklerini bilmiyorduk, telefonlarımız çalışmıyordu. Sonradan tekrar eve dönelim dedik, kaldığımız mahalleye döndük ama kimseyi bulamadık. Sadece asayiş güçlerimiz vardı ve mahallede çeteler vardı. Tarif edilemez bir durum vardı, korkudan ayrıldık. O sırada bir haber geldi, Avrin hastanesinin yakınında toplanmamız gerektiğini söylediler. Durum netleşene kadar herkesin orada kalması gerektiğini belirttiler. Akşama doğru tüm halkın Şehba'dan ayrılmasına karar verildi. O sırada ailemi tekrar gördüm. Kız kardeşimin kocasını gördüm, cephede çatışmada yaralanmıştı.

O iki günü hayatımızdan saymıyoruz

Karanlık ve soğuk bir akşamda yola çıktık. İki gün yoldaydık ama sanki iki yıl geçmiş gibiydi ne uyuyabiliyorduk ne de yiyip içebiliyorduk. Çetelerin kuşatması altındaydık. Kendimize soruyorduk: "Saldırırlarsa, katliam yaparlarsa ne olur?" Bu durumda her şey insanın aklına gelir. O iki günü hayatımızdan saymıyoruz. Çok zordu, soğuktan çocuklar hasta olmuştu, her şey sessizleşmişti.

Bir eve yerleştirildik. İkinci gün, Fırat'ın doğusuna geçeceğimiz belli oldu. Ancak ayrılmadan önce, Efrîn yolu üzerinde yol kenarındaki bir eve çocukların dinlenmesi için gitmiştik. Eve girmek için izin aldık, girdik. Ama karşı taraftan biri kapıyı çaldı. Askeri araç geldi, evin bahçesine girdiler. Evin sahibi onlara şöyle dedi: "Hoş geldiniz. Neden geciktiniz? İki gündür sizi bekliyorduk." Bu saldırının önceden planlandığı anlaşıldı. Hızla oradan çıkıp yolumuza devam ettik. Kardeşimin kullandığı araç eşyalarla doluydu. Eğer HTŞ'ye yakalanırsak hepimizi öldürürlerdi. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Bu halkın hayatı ince bir ipliğe bağlıydı, eğer koparsa felaket olurdu. Doğru, koridor boyunca insanlarla birlikte çıktık. Ama sonuçta çetelere güven olmaz. O dönemde birçok kişi, özellikle gençler dövüldü, yakalandı ve öldürüldü. Onların ellerindeydik, nefretle bize bakıyorlardı, görüntülerimizi çekiyorlar, kötü sözler söylüyorlar ve hakaret ediyorlardı.

Benim hikayem, binlerce hikayeden biri

Yolda herkesin yüzünde şok, korku, öfke, keder ve acı vardı. Kardeşimin nasıl şaşkın olduğunu gördüm, kendini zorla güçlü tutuyordu ama ne söylediğini, nasıl davrandığını bilmiyordu. O yolda rejim tarafından öldürülmüş, yakılmış ve cesetleri yerde bırakılmış birçok insan gördük. Sabah 7'de Tabqa'ya vardık ve hâlâ uyanmamıştık. Benim hikayem, binlerce hikayeden sadece biri. Daha büyük acılar yaşayanlar da var ama bizim acımız aynı.

Aklımda bir hayal dolaşıyor: Bir kez daha uzun bir yola çıkmak istiyorum. Günlerce, soğukta ve karanlıkta olsa bile. Kabul ediyorum. Sevgiyle kabul ediyorum, bu yol Efrîn'in özgürlüğüne, kıbleye ve amacımıza giden yol olsun.