Bir annenin gözlerinde yansıyan
O gün o annenin gözyaşı, saygı duruşunda bekleyenlerin sessizliği, kaydedenlerin elleri… Hepsi dile gelmese de aynı anlamı taşıyordu: Görünmeyen, sanatla görünür olur; görünür olan, halkın ortak hafızasında ölümsüzleşir.
FERÎDE RAPO
27 Kasım PKK Diriliş Günü vesilesiyle, Şano Çiya Rojava’nın bazı kentlerinde biri kadın biri erkek iki direnişçiyi “canlı heykel” olarak sergiledi. Güne ve yılına atfen 47 dakika olan ve zamanı durduran, anı çoğaltan, duyguyu görünür kılan bir performanstı bu.
Normal heykeller geçmişi bugüne taşır; canlı heykel ise tarihi bugünde yeniden kurar. Hareketsizlik içinde ruh kazanan, duruşuyla hareket yaratan bir sahnedir canlı heykel… Dünyanın birçok yerinde yaygın olan bu yöntem, Kürdistan’da pek gelişmemişken Şano Çiya bunu daha derin bir anlamla buluşturup böylesi bir günde sergilemeyi seçti.
Kısa süreliydi; fakat bıraktığı iz ölümsüzdü. Direnişçi kıyafetleriyle, dört dilde yazılmış küçük bir platformun üzerinde duran bu iki figürün etrafında insanlar birikti. Kimileri uzun uzun baktı onların uzun duruşuna…
Kimileri duygu yoğunluğunun ağırlığıyla saygı duruşuna geçti…
Kimileri telefonlarını çıkarıp anı kaydetti…
Ve bir anne vardı: gözleri yaşla dolu, başındaki tülbentiyle sessizce gözünü silen…
O an, o annenin yüzünde yalnızca iki performansçıyı değil; Ş. Baz Mordem’i, Ş. Helbest Koçer’i, henüz birkaç gün önce ilan edilen ve Rojava direnişine öncülük eden Ş. Masiro Xabur’u, Ş. Gulçiya Gabar’ı ve adını bildiğimiz bilmediğimiz nice savaşçıyı gördük. Sanki her ölümsüz direnişçi, bir anlığına o iki bedende toplanmıştı.
Belki o anne bir evladını, bir yakınını kaybetmişti… Belki sadece yaratılan değerlerin ağırlığına tanıklık ediyordu. Ama belli ki, Kürdistan’ın savaş ve direniş gerçeği hepimizin ortak duygusuna dokunmuştu.
Bir şarkı birine adanmıştır; ama sen aynı acıyı kendi kaybında bulursun.
Bir şiir başkasının hikâyesidir; fakat anlamı senin duyguna çıkar.
Bir heykel başkasının yüzüdür; ama tanıklığınla senin geçmişine dönüşür.
Bu yüzden o iki figürün sessiz duruşu, aslında hepimizin geçmişine, acısına ve direnişine bir ana sığan sonsuzluk sundu.
Tarihten bugüne yazılan, çizilen, söylenen her şeyde kendimizi bulmamız bundandır. Bireysel sandığımız duygular çoğalıp toplumsal bir ortaklaşmaya dönüşür. Sanat bu yüzden yalnızca sanat için değildir; toplumun duygu ve düşüncesinin görünür hâlidir. PKK hareketi 52 yıllık direniş geleneğiyle sadece politik bir mücadele yürütmedi; aynı zamanda saklı olanı görünür kılan, yasak olanı dillendiren, acıyı direnişe dönüştüren bir kültürel zemin yarattı.
Bir zamanlar toprağa gömdüğümüz Kürtçe kasetleri, duvar aralarına sakladığımız şarkıları, gizlice fısıldadığımız ağıtları gün yüzüne çıkaran da bu gerçeklikti.
Sanatın görünmeyeni açığa çıkarma gücü, devrimci sanatın geçmişi üreterek geleceğe taşıyan niteliği burada belirginleşiyor.
O gün o annenin gözyaşı, saygı duruşunda bekleyenlerin sessizliği, kaydedenlerin elleri… Hepsi dile gelmese de aynı anlamı taşıyordu:
Görünmeyen, sanatla görünür olur; görünür olan, halkın ortak hafızasında ölümsüzleşir.