Barış ve Demokrasi için birlik çağrısı
DEM Parti ve sosyalist partilerin düzenlediği çalıştayda, barış sürecinin toplumsallaşmasının önemi vurgulandı. Katılımcılar, Kürt hareketinin yalnız destekçisi değil, mücadelenin doğrudan öznesi olduklarını belirtti.
					Haber Merkezi- Hak ve özgürlük mücadelesi yürüten siyasi partiler, Türkiye’de barış ve demokrasi arayışına dikkat çekmek amacıyla iki günlük bir çalıştayda bir araya geldi. Hakların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ve Emekçi Hareket Partisi (EHP), Emek Partisi (EMEP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi(TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) "Barış ve Demokrasi için Buluşuyoruz Mücadelenin Olanaklarını Konuşuyoruz" başlığı ile Makina Mühendisleri Odası'nda iki gün süren bir çalıştay gerçekleştirildi. Çalıştayda Türkiye’de devam eden barış sürecinin toplumsallaşmasının önemi, Kürt hareketiyle dayanışma ve sosyalist partilerin sürece yaklaşımı tartışıldı. Çalıştayda öne çıkan mesajlar, barış ve demokrasi mücadelesinin sadece desteklemekle değil, aktif yanlılıkla mümkün olacağı ve toplumsal güçlerin birleşik hareket etmesinin gerekliliği oldu.
‘Barış tabuları yıkmakla mümkün’
DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, böylesi bir araya gelişlerin ihtiyaç olduğunu belirterek sürecin kazandıracakları ve kaybettirecekleri hususlar üzerinde durdu. Tayip Temel, şunları dile getirdi:
“Sürecin aktörü ve esas yürütücüsü Kürt hareketi ve halkı açısından Sayın Öcalan’dır. Son zamanlarda dolaşıma giren bir röportajı var. 93 yılından beri kendisinin başlattığı kendisinin öncülüğünü yaptığı bir savaşı bitirme çabasından bahsediyor. 32 yıl fazladan devam eden bir çatışma ve savaş gerçekliğinden bahsediyor. Peki bu neden 32 yıl fazladan sürdü. Elbette birçok sebebi olabilir ama esas 27 Şubat’la başlayıp bugüne gelen çağırılara baktığımızda; barışı istemek birçok tabuyu yıkmakla mümkün. Yerleşik ve alışagelmiş tabuları yıkmadan barışı kurmak mümkün değildir. Yenme ve yenilme denklemi içinden bir yol kat etmediğiniz süreci, yerleşik olan tabuları ve yargıları yıkmakla başlamalısınız. Tabuları yıkmanın öncülüğünü de bugün Sayın Öcalan yapıyor.
Zaten devrimci olmanın, devrimci önderliğin de karakteristik özelliği tabuları yıkmak, yerleşik yargılara teslim olmamaktır. Gerici Türk milliyetçiliği ve yerleşik kalıplara, kimi zaman sol sosyalist grupların da yerleşik kalıplarına bir meydan okuma diyebiliriz, bu tabuları yıkmak.”
‘Kürt Hareketi yol ve yöntem değiştiriyor’
Tayip Temel, konuşmasına şu sözlerle devam etti:
“Süreç iktidarın karakteristlik özelliğine değirmenine su taşıyacak bir karakterde ve nitelikte değildir. Birkaç gün önce Türkiye’den geri çekilme çağrısı yapan Kürt hareketi o adıma ulaşıncaya kadar, Öcalan liderliğinin her iki taraf açısından büyük bir mücadele yürüttüğüne DEM Parti şahitlik etti. Demokratik bir toplum için bir mücadele zemini için Kürt Hareketi yol ve yöntem değiştiriyor. ‘Filim sona erdi’ gibi bir çıkarım yapmak doğru tespit ve çıkarım, okuma yapamamak demektir. Birbirimiz karşı oluşan tabuları yıkma noktasında büyük bir olanak sağlıyor. İktidarın bu sürece nasıl baktığını anlarsak mesele anlaşılır. İktidar dipdiri bir Kürt hareketini tasfiye etmeyi tabi ki amaçlar. Beslemeyi güçlendirmeyi ister mi iktidarlar tabi ki istemezler iktidarın özelliği karşı tarafı besleyen, büyüten ve paylaşan bir yerde hiçbir zaman olmaz.
‘Süreç eğer toplumsallaşırsa AKP’nin zayıflamasınadır’
AKP neden sürecin toplumsallaşmasına karşıdıra baktığımızda, neden başta Sayın Öcalan olmak üzere Kürt siyasi öznelerinin kendisini topluma anlatmak, bizzat toplumla iletişim kurma olanaklarını kapatmak konusunda ısrarcı, sürecin kapalı yürütülmesi gereken aşamalardan bağımsız olarak sürecin tümünü neden topluma ve muhalefetin diğer kesimlerine kapatıyor? CHP’nin masadan kalkması için neden bir baskı, kuşatma yürütüyor, sol sosyalist örgütlere yine aynı şekilde neden? Bir nedeni var; Bu süreç eğer toplumsallaşırsa AKP’nin zayıflamasınadır. O yüzden toplumsallaşmasının önüne geçmeye çalışıyor. Demek ki öyle kendisinin çok öngördüğü gibi bir şeyle bu süreç beni besler veya beni büyütür beni bir daha toplumun üzerine hegemonya kurmama vesile olur gibi bir yaklaşımı yok bu sürecin. Bu süreç tam tersi toplumun örgütlüğüne işaret ediyor. Toplumsallaşan bir süreç ve barış perspektifi iktidarın istediğinde oyun bozamayacağı, masayı deviremeyeceği bir durum oluşturuyor. Bize düşen esas ödevimiz bütün demokrasi güçleri, muhalif güçler, sistem içi, sistem dışı ama kesinlikle bu rejimin karakterini benimsemeyen güçler açısından bu süreç gerçek bir mücadele sürecidir. Kürt siyasi hareketi ve onun önderliği ne istiyor; Gerçekten toplumun Kürtler başta olmak üzere bütün toplumsal muhalefetin silahı, şiddeti, çatışma zeminini terk ettikleri ve kendi varlığını, örgütlülük zeminini özgürce kullanabileceği bir zemin talep ediyor. Bu sürece sahip çıkmak, Türkiye demokrasisine sahip çıkmaktır.”
‘Biz bu sürecin içerisindeyiz’
TÖP Adına konuşan Juliana Gözeli, ülke tarihinin en derin siyasal ve toplumsal krizinin yaşandığını belirtti. Juliana Gözeli, “Bu kriz sadece yaşadığımız şeylerin ağırlığından değil ya da iktidarın yapamadığı zorlandıklarından da değil. Aslında Gramsci'nin söylediği gibi eski olan devam edemiyor. Ama yeni olan da doğamıyor. İşte bu doğumu engellemeye çalışıyor iktidarlar. Sadece Erdoğan değil, bireysel tercihlerin belirlediği bir pozisyonda değiliz. Bugün Trump'ın İsrail'de ‘mecliste savaş bitti rahat diyebilirsin’ diye çok açıkça halkları aşağılayarak katliam gerçekleştirip soykırım suçlusu olarak bu rahatlıkta konuşabiliyorsa , bu bize dünya düzenini egemenlerin götürmek istediği yeri gösteriyor. Bir ideolojik sapma da değil çünkü kapitalizm kriz içerisinde ve bu krizi çözebilmek için halkı daha da düşkünleştirmek, talanı daha da arttırmak gerekiyor. İşte biz bu sürecin içerisindeyiz” şeklinde konuştu.
Kapitalizmin krizini çözme çabası var
Dünyada da devletlerin, iktidarların, medyanın, yargının, bütün denetim kurumlarının sermaye birikim süreci yeniden yapılandırıldığını belirten Juliana Gözeli şu değerlendirmede bulundu:
“Türkiye'de daha hızlı bir biçimde yaşıyoruz. Meclisten geçen zeytinlik yasası, maden yasası; şimdi açıkladıkları orta vadeli plan, 10 yıllık ilan ettikleri aile yılı hepsine dönüp baktığınızda aslında bir sermaye birikim krizini çözmeye yönelik, onu hızlandırmaya yönelik bir süreci hedeflediklerini görüyoruz. Kadın ve çocuk emeği bugün kapitalizmin çarklarına organik bir biçimde eklemlenmeye çalışılıyor. 7'den 70'e 24 saatimizin sömürü konusu haline getirilmeye çalıştığı bir sürecin içerisindeyiz. Bu aslında yaşadığımız kriz emek ve sermaye çelişkisinin yani bu tarihsel çelişkisinin güncel dışa vurumu dolayısıyla bu zemin çok da fazla olanak yaratıyor.
Biz çelişki lafını çok severiz. Çelişkiler belirsizlikler yaratır evet ama örgütleyeceğimiz her şeyde bu çelişki üzerine şekillenir ve iktidarın yürüyüşünde çözemediği iki şey var. Birincisi genişleyen bir toplumsal meşruiyet krizi. Yakın zamanda bunu yerel seçimlerde gördük. Dolayısıyla diğer tarafıyla da neoliberal kapitalist devletin ne olduğunu da bugün yurttaşlar kendi bilinciyle kendi yaşadıklarıyla bilince çıkartıyor. Bu bizim açımızdan oldukça önemli. Devletin ne olduğunu biliyor. Dolayısıyla burada bizim çözümümüz otoriterliği demokratikleştirmek, hukukun üstünlüğünü sağlamak olmamalı. Bu restorasyon anlamına gelir. Restorasyon da bu sistemin yeniden aynı yere çıkabilmesi için bize sadece belki de bir müzakere zamanı kazandırabilir. Bizim ufkumuz daha büyük bir kopuş, şüphesiz bir sosyalist toplum yaratmak üzerine olacak. Somut durumun, somut tahlilini yaparak bizler ulaşmak istediğimiz hedefe güncel krizler içerisinden çıkabiliriz. Biz parti olarak bu kopuşun adını Demokratik Cumhuriyet olarak nitelendiriyoruz. Bu nihai olarak ulaşmak istediğimiz hedef değil şüphesiz. Ama bugünün güncel krizi içerisinde bugünün çelişkileri üzerinde inşa edeceğimiz şey halkçı, devrimci, demokratik bir cumhuriyet olabilir. Eskiye dair olan özlem değil, restorasyon değil, halkın doğrudan içinde olduğu fiili bir süreçten bahsediyoruz. Emeğin sermayeye karşı söz hakkı ve iradesinin olduğu bir süreçten bahsediyoruz. Halkların eşit yurttaşlık mücadelesinde özgürleştiği bir süreçten bahsediyoruz. Kadınların, gençlerin kendi yaşamlarında fiili iktidar almasından bahsediyoruz.
‘Demokratik cumhuriyet bugünün projesi’
Dolayısıyla bizim kopuş, oluşturacağımız bu kopuş aynı zamanda buradaki ekonomik egemenliğin yeniden halkın, kamusalın olacağı bir düzlemi işaret ediyor. Demokrasiyi yeniden tesis etmek, hukukun üstünlüğünü sağlamak sınıflı toplumlarda bu kavramlara her sınıf kendi anlamını yüklüyor. Bizim yüklediğimiz anlam halkın egemenliğinin, halkın söz iradesinin, hakkının karar mekanizmasında olduğu bir anlam. Zaten rejim aslında eskiye dönebileceğimiz bir normallik de bırakmadı. Dolayısıyla kopuş dediğimiz tam da yeni bir toplumsal düzenin ilk adımları olacak. Burada demokratik cumhuriyet diye ifade ettiğim şey bir gelecek projesi falan değil. Bugünün mücadelesi, bugün parça parça Her kanaldan yürütülen mücadeleyi bir araya getirdiğimizde ve halkın talepleri eksenine oturttuğumuzda halkçı, devrimci, demokratik bir cumhuriyet inşası anlamına geliyor. Dolayısıyla aslında bu ekseni hep birlikte inşa etme gibi bir sorunsalımız var. Bizim iddiamız bu ülkenin yeniden kuruluşu ancak ve ancak halkın fiili öznelleşebildiği bir mücadelenin içerisinden geçer.”
‘Mesafeli bir yaklaşalım gibi bir eğilim var’
EHP adına söz alan Senem Deniz Kural da, şöyle konuştu:
“Emekçiler söz konusu olduğunda en ufak bir fikir beyan etmek gerektiğinde sessizliğe bürünen arkadaşlardan Kürt meselesi konu olduğunda ‘biz emekçilerin meselesini yürütürüz, biz sınıf siyaseti yapıyoruz, bu konuya girmemiz gerekmez’ yaklaşımları olduğunu da gördük. Ayrışmalar var tabii ki ve bunlar olacak. Bunları sonuna kadar tartışmak ve şimdiye kadar neleri getirebildik bunları önümüze koyarak düşünmek icap eder. Siyasi iktidar, AKP- MHP iktidarı kendi çıkarı olmadan böyle bir süreç ortaya atmaz diyorlar. O yüzden mesafeli bir yaklaşalım gibi bir eğilim var. Buna katılmıyorum. Ben şuna benzetiyorum; bu kendi gücümüzü şimdiye kadar ortaya koyduğumuz mücadele hattını görmemek anlamına Kürt hareketinin bu topraklarda yıllardır yürüttüğü kuvvetli bir mücadele var. Bu gerek siyasi alanda gerek demokrasi alanında karşı karşıya kaldığı onlarca antidemokratik, hukuk dışı uygulamaya, cezaevlerinde hapsedilmeye, kayyımlara başka pek çok sürgünlere varana kadar bunların karşısında kuvvetli bir mücadele vermiş, parlamentoya girmiş. Ha keza sosyalistlerin de kazanımları var. Kendi siyasi irademizi tamamen yok sayan bunun karşısında ne yapabiliriz ki gibi bir noktaya düşmeden hareket etmek zorundayız.”
‘Benzer şeyler olacak gibi bir yaklaşımdan vazgeçmemiz gerekiyor’
Sürece sol sosyalist örgütlerin tamamen dahil olması gerektiğini belirten Deniz Sinem Kural, “Eğer bir mesele üzerine etraflıca bir fikre, etrafta bir pragmatik siyasi görüşe ve yeterince bir tartışılmış, olgunlaştırılmış ve ortaya konmuş fikirlere sahipseniz bu farklı siyasi akımların karşısında da kendinizi koyduğunuzda destek bulabildiğinizi görüyorsunuz. Bu yorumları kendine güvenmemek olarak addediyorum. ‘Kürt meselesinde, çözümünde farklı farklı şeyler var. Ne yapalım? Biz kenara çekilelim, temiz bir siyaset yürütelim’ gibi bir bakış açısı var. Bu son derece hatalı. Bu meseleye boylu boyunca girmemiz gerekiyor. Hatalar yapılacaktır buna da açık olmak gerekiyor çünkü bunları göze almadan böylesine köklü bir meselenin çözümünü ortaya koymak, bunları konuşmak mümkün değil. Bu tarihte de böyle olmamış. Geçmiştekilere göre ileri bir durumdayız. Örneğin hani silah bırakılması, örgütün kendini feshetmesi kararları, Öcalan'ın daha dinlenen bir pozisyonda ve sürece yön verebilen sosyalist görüşlerini de ifade edebilen bir pozisyonda olması. Geçmişte şu oldu yine benzer şeyler olacak gibi bir yaklaşımdan vazgeçmemiz gerekiyor. Elbette tıkanan yanlar olabilir. Yani sonuna kadar gider mi, bunları ilerleyen süreçte göreceğiz.”
‘Bu hareketin ve mücadelenin yanındayız’
Devrimci Parti adına ise Elif Torun Öner söz aldı. Elif Torun Öner, “Kürt özgürlük hareketini değerlendirirken 40 yıllık geçmişe baktığımızda hiçbir saldırı karşısında geriye düşmemiş bir hareket vardır. Sayın Öcalan'ın perspektifiyle bu süreçte yeni bir evreye girmiştir. Bu süreci saygıyla karşılıyoruz.
Halkların kendi kaderine tayin hakkı ilkesinden yola çıkarak bu kararı Kürt Özgürlük Hareketi'nin kendi kararıyla verdiğini biliyoruz ve desteklemek değil, desteklemek sözcüğünü çok kabul etmemeyi tercih ediyorum. Bu hareketin, bu mücadelenin parti olarak yanında olduğumuzu buradan tekrar deklare ediyorum. Bizim tarihsel tutumumuz nettir. Hem savaş dönemlerinde hem barış arayışlarında Kürt halkının yanında olduk. Bunu bugün de yarın da devam ettireceğiz. Bu mücadele hepimizin mücadelesidir. Ancak masada sürdürülen her sürecin güvencesi sokakta, halkta ve örgütlü mücadelededir. Devletin niteliği bellidir. İktidarın neler yapacağı bellidir. Ne kadar güvenileceği bellidir. Bunu da atlamıyoruz ama tüm bu zulmün, tüm bu son süreçte özellikle artan baskıların, kuyu tiplerinin, gözaltıların, kayyumların, bütün bunların örgütlü bir hak mücadelesiyle, birlikte bir mücadeleyle yenileceğini ve asıl zafere ulaşılacağını biliyoruz” şeklinde konuştu.
‘Sosyalistlere düşen görev açık ve nettir’
Elif Torun Öner devamında şunları belirtti: “Mücadelenin garantisi sokakların, işçi sınıfının, kadınların, gençlerin sürece fiilen katılmasıyla olacaktır özellikle işçi sınıfının. Bu konuda bir sosyalistlere düşen tarihsel görev vardır ve bu görev açıktır. Burada asıl eksik olan batıda devrimci bir mücadele hattının sosyalistler tarafından çok başarılı bir şekilde kurulamamış olmasıdır. Devrimciler faşist devletin güçsüzleştirilmesini hedeflemek zorundadır. Bugün baktığımızda faşizm yalnız devrimcilere saldırmıyor. Faşizm artık öyle bir noktaya gelmiş ki laik kesimlere, dindarlara, çocuklara her renkten her yelpazeden her kesime her yapıya saldırır duruma geçti.
Kürt sorunundaki her gelişme kadar batıda işçi sınıfının yoksullaşmaya, sömürüye faşizme karşı mücadeleleri de önemli olarak ele alınmalıdır. Bu mücadeleler birlikte götürülmelidir. Demokrasi mücadelesi ancak bu kapsamla daha anlamlı ve ileriye yönü yönelik daha başarılı bir duruma getirilebilir. Faşizmi salt teşhirle yetinmeyeceğiz. Eğer teşhir etmek bir çözüm olsaydı şu ana kadar çoktan bunun çözümü bulunurdu. Faşizmi önce zayıflatacağız. Zayıflatmakla da kalmayıp onu yerle bir etmek, tarihin karanlık sayfalarına gömmek bizlerin görevidir. Bunlar büyük sözler gibi gelebilir şu süreçte ama nihai hedefimiz budur. Kürt özgürlük hareketi barış sürecinde de savaş sürecinde de kendi özgür iradesiyle karar almıştır ve biz sosyalist hareket olarak bu mücadelenin mutlaka yanındayız. İzleyicisi değiliz, yanındayız.”