İran’da kadınlar insan ticareti ve cinsiyetçi şiddetin hedefinde

Resmi söylemlerin ötesinde, kadınların bedeni neoliberal sistemin araçları ve cinsel sömürü ağlarının hedefi haline geliyor. Ekonomik eşitsizlik, cinsiyet ayrımcılığı ve devletin ihmali, insan ticaretinin sistematik bir kriz haline gelmesine yol açıyor.

ŞİLAN SAQİZÎ

Haber Merkezi- İran’da kadınlar, insan ticareti ağlarının en savunmasız hedefleri haline geliyor. Resmi söylemlerin aksine, bu durum sadece bireysel suçlardan kaynaklanmıyor; ekonomik eşitsizlik, cinsiyet ayrımcılığı ve devletin yetersizliğiyle beslenen sistematik bir kriz söz konusu. Aracılar ve komisyoncular, kadınları iş, evlilik veya göç vaatleriyle kandırarak, onları fuhuş ve yasa dışı hizmet sektörlerine sürüklüyor. Uzmanlar, sorunun kökeninde yalnızca suçluların değil, aynı zamanda yapısal güç ilişkilerinin ve otoriter neoliberal politikanın yattığını vurguluyor.

Aracılık ve insan ticareti ağları

İranlı kadınlar etrafındaki ticaret ve aracılık ağlarının artışı, yalnızca izole bir suç olayı değil; ülkelerindeki siyasi, ekonomik ve hukuki yapıların başarısızlığının açık bir göstergesi. Kadınlar, marjinalleşme ve aşağılanmanın farklı biçimlerine itiliyor. Yoksulluk, cinsiyet ayrımcılığı, iş fırsatlarının yokluğu, cinsel baskı ve kültürel kısıtlamalar kesiştiğinde, kadın bedeni, gayri resmi ve şiddetli pazarların nadir kaynaklarından biri haline geliyor.

Bu ağlar rastgele ortaya çıkmıyor. Otoriter bir devletin gölgesinde işleyen marjinal neoliberalizmin doğrudan sonucu olarak değerlendiriliyor. Hukuk, kadınları korumak yerine kontrol ve cezalandırma aracı olarak kullanılıyor. Modern cinsiyet köleliği, güvensiz göç, sınır ötesi zorla evlilik, zorla fuhuş ve çocuk ticareti biçimlerinde kendini gösteriyor ve bunların tümü sistematik siyasi ve ekonomik baskıdan kaynaklanıyor.

Resmi sessizlik veya insan ticareti olgusunu inkar etmek, cinsiyetçi bir politikanın parçası, gerçekte mağdurlara güvenlik veya adalet sağlanmıyor. Hedefteki kadınlar, sınıf, cinsiyet, etnik ve politik şiddetin kesişiminde yer alıyor; bu kadınlar çoğunlukla marjinal sınıflardan, azınlıklardan veya politik ve kültürel olarak dışlanmış gruplardan geliyor.

Devlet doğrudan suçun ortağı

İranlı kadınların organize insan ticareti ağıyla hedef ülkelere taşınması, ayrı suç olayları değil; İran’daki güç yapısına kök salmış siyasi ve ekonomik bir sistemin parçası. Uluslararası güvenilir raporlar, İran’ın son yıllarda ABD Dışişleri Bakanlığı’nın “Tier 3” seviyesinde sınıflandırıldığını, yani hükümetinin insan ticaretiyle mücadele için asgari standartları uygulamada başarısız olduğunu veya doğrudan bu suçlara katıldığını gösteriyor.

Derin ekonomik kriz, yaygın işsizlik, cinsiyet ayrımcılığı ve kültürel kısıtlamalar altında, kadınlar aracılar ve fırsatçıların kazanç sağladığı savunmasız konumlara düşüyor. “Trafficking of Iranian Women Often Takes Place Through Three Provinces” raporuna göre, kadınlar ve kız çocukları Hormozgan, Sistan ve Belucistan ve Huzistan illerinden kaçırılırken; iş veya evlilik vaatleriyle kandırılıp belgeleri alınarak, yasa dışı fuhuş veya hizmet sektörlerine gönderiliyor.

Otoriter neoliberalizm ve İran’da ‘kadın ticareti’

“Kadın ticaretinin” yapısını analiz ederken, kadınların çekilmesi ve aldatılması sürecini yalnızca psikolojik veya bireysel boyutlarla açıklamak mümkün değil. Bu, kadınları savunmasız konumlara iten politik ve ekonomik bir hegemonya mantığının parçası. Aracılar, komisyoncular yalnızca kadınların maddi ihtiyaçlarını sömürmekle kalmıyor, kurumsal boşlukları kullanarak iş, evlilik veya göç vaatlerini kontrol ve aldatma araçlarına dönüştürüyor.

İran’daki kadınlar ekonomik kaynaklara, eğitime, hukuki bağımsızlığa ve sosyal güvenliğe erişimde ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya. Bu koşullarda “Dubai’de iş”, “Türkiye’de yaşam”, “Avrupa’ya göç” veya “zengin bir yabancıyla evlilik” gibi vaatler cazibe aracı olarak sunuluyor, ancak gerçekte kadın bedenini ve üretkenliğini zorla sömüren ağlara dönüştürülüyor.

Bu yöntemler yalnızca suç çetelerinin uygulamaları değil; çoğu zaman daha geniş güç yapılarının bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Bazı aracılar güvenlik güçleri, sahte istihdam ajansları veya uluslararası organize ağlarla bağlantılı. Bu durum, kadının bedeni üzerinden yeni bir sömürgecilik biçimi olarak tanımlanabilir ve umut, ihtiyaç ve daha iyi bir yaşam arzusunu sömürerek kadın bedenlerini kolonize etmek olarak ifade ediliyor.

Politik- ekonomik köklerin gizlenmesi

İnsan ticareti, özellikle “kadın ticareti” hakkında medya ve hak temelli raporlar çoğunlukla insani ve ahlaki çerçevede sunuluyor. Bu anlatılar, kamuoyunun ilgisini çekerken, bu olgunun asıl kaynağı olan politik ve ekonomik yapıları analiz etmekten uzaklaşıyor. Bu yaklaşım, kadınları mağdur olarak basitleştirirken aracıyı şeytanlaştırıyor; böylece hegemonik sistemin sorumluluğu gözden kaçırılıyor.

Çoğu raporda yapısal nedenler, örneğin yapısal yoksulluk, bölgesel adaletsizlik, cinsiyet ayrımcılığı veya hükümetlerin başarısızlığı ya ihmal ediliyor ya da yüzeysel olarak ele alınıyor. Bunun yerine bireysel “kurban kurtarma” hikayeleri veya sivil toplum ve polis müdahaleleri ön plana çıkarılıyor.

Bazı uluslararası raporlar, göçmen kadın ve insan ticareti mağdurlarını aktif özneler yerine sınırları, kültürleri ve Batı değerlerini tehdit eden unsurlar olarak sunuyor. Bu anlatılar, insan ticaretiyle mücadele yerine sınır kontrollerini artırmayı, göç karşıtı politikaları meşrulaştırmayı ve baskıcı uygulamalara gerekçe oluşturmayı kolaylaştırıyor.

Eleştirel analiz, bu raporların ve tüketimlerinin tarafsız bilgi üretimi olmadığını, aynı zamanda güç mekanizmalarının bir parçası olduğunu gösteriyor. Raporlar genellikle uluslararası politik bağlamda yayımlanıyor ve hükümetlerin kadınları zayıflatma, yoksullaştırma ve sosyal adaletsizliği pekiştirme sorumluluğunu örtbas ediyor.

Aracıyı yapısal bir aktör olarak görmek

Resmi söylemde, insan ticareti aracılar genellikle “kanun dışı kötü unsurlar” olarak sunuluyor. Oysa onlar yalnızca marjinal aktörler değil; ekonomik, cinsiyet ve sınıf işlevleri olan karmaşık güç ağının parçasıdır. Aracı, kadını hedef ülkeye ulaştıran basit bir kişi değil; kadın bedenini kar için meta haline getiren sistemin yürütme aracıdır.

Vaatler sunan aracılar bireysel dolandırıcılar değil; en savunmasız grupları küresel iş piyasasının en riskli alanlarına taşıyan neoliberal mekanizmanın bir halkasıdır. Bu aracılar, İran, Afganistan ve Kürdistan’daki kadınları uluslararası insan ticareti ağlarına bağlar ve çoğu zaman yerel otoriteler, yozlaşmış güvenlik birimleri veya hedef ülkelerdeki işverenlerle örtülü şekilde iş birliği yapar.

Bu açıdan insan ticareti, yasa dışı geçişten çok; cinsel sömürü, zorla çalışma ve kadın bedeninin kontrolüne dayalı üretim zinciridir. Aracılar sistemin periferisinde değil, yürütme kollarıdır ve çoğu, mağdurların geldiği topluluklardan çıkmaktadır; yani şiddet, içeriden, ekonomik ve cinsiyet ayrımcılığına uğrayan toplumdan gelmektedir.

Bu olguyu anlamak, basitleştirilmiş ahlaki anlatıların ötesine geçmeyi ve politik ekonomi ile cinsiyet perspektifiyle incelemeyi gerektiriyor. Güç yapısı, devlet yolsuzluğu, ataerkil sistem ve adaletsiz ekonomi düzeltilmedikçe, aracılar değişebilir ancak mekanizma devam eder.