Çözümden imtina mı?

Barış içinde yaşamak adına, en yüksek kapasiteyle çabalamak varken, neden adeta aslında barış yapmak gibi bir niyetinin olmadığını düşündürtecek şekilde eskiden yapılanlar yapılmaya devam ediyor?

ROZA WELAT

Geçmişe müdahale etmenin, iyileştirmenin yolu-yöntemi bulunmuş değil henüz. Ancak refah ve huzuru kendisiyle getiren barışlı yaşamlar için yeni yollar bulmak, bugüne ve geleceğe yeni yaralar eklememek, yapılagelenden farklı yöntemler geliştirmek hem mümkün hem de artık zorunlu bir ihtiyaç.

İster bireysel ister toplumsal olsun sürekli boğuştunuz sorunlar varsa; palyatif çözümlerle yol alınamadığını, alınamayacağını hatta böylelikle sorunların daha köklü bir hal aldığını, kaybettirdiklerinin fazlalaştığı gerçeğini görmek, kabul etmek çok önemli bir eşiktir. Bu eşik aşılmışsa; sorunu yaşamımızdan çıkarmak anlamında bütüncül, derinlemesine, tecrübe ve öngörüyle yol almaya başlarız.

Gerçekte söz konusu olan barışsa, belki de sayılamayacak kadar çok nedenle böyle iyi, hayırlı bir şeye yönelebilirsiniz. Barışa yönelmek; ayıplanacak, kötülenecek, lanetlenecek bir şey olmaz hiçbir zaman. Kim ki böyle adlandırıyorsa; bilmeliyiz ki kendisi ayıplıdır, kötüdür ve lanetlenmeyi hak ediyordur. Çünkü insani değerleri esas alarak düşünebilen, bunları yaşamın ilkeleri olarak belirleyen, olup bitenleri bu ölçüye vurarak sorgulayabilen her insan; savaşların son bulduğu, adil ve onurlu barışın hakim olduğu bir dünyaya özlem duyar, bunun için çabalar.

Söylem ve eylemde eşgüdüm olmazsa olmazdır

Bir tarafın hala ısrarla terörsüz Türkiye diğer tarafın Barış ve Demokratik toplum diye adlandırdığı süreçte, al-ver meselesi olmadığını iki taraf da ısrarla ve her fırsatta belirtiyor. Ama muhakkak ki daha önce yapılan ama artık yapılmayacak olanlar vardır, yine aynı zamanda daha önce yapılmayan ama artık yapılmaya başlanacak olanlar vardır. Elbette bu konuda söylem ve eylemde yani uygulamalarda eşgüdüm olmazsa olmazdır. Ki o zaman gerçekten belirleyici eşiklerin aşıldığına, sorunun çözüm yoluna bir daha çıkmamacasına girdiğine inanabiliriz.

Bu yönüyle PKK’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı silahlı mücadeleyi bırakması ve kendini feshetmesi; bundan sonra yapılmayacaklar anlamında çok büyük önem taşıyor. Diğer yandan yapılmaya başlanacak şeyler için de; demokratik siyasete katılımın tercih edilmiş olmasının öneminden kuşku duyulamaz.

Önder Abdullah Öcalan hala dinlenmedi

Peki, dikkatimizi diğer tarafa çevirdiğimizde ne görüyoruz? Türkiye Cumhuriyeti hükümet güçleri, Kürt sorununun varlığını dahi yok sayan değerlendirmeler yerine; tarihsel kardeşliğe vurgu yapan değerlendirmeler yapmaya başladı. Süreci meclisin gündemine taşımak, karar önerilerinde bulunmak üzere komisyon oluşturuldu. Burada bir parantez açalım çünkü önemli; dinlenen birçok kişi ve kurum oldu, ancak devletin de İmralı’da muhatap aldığı PKK kurucusu, Önder Abdullah Öcalan hala dinlenmedi. Dinlemenin olup olmayacağı net olarak hala söylenmedi, neden şimdiye kadar dinlenmediği izah edilmedi. Bahçeli’nin “İmralı’ya gitmekten imtina etmem” yönündeki açıklamasının elbette bir değeri ve karşılığı olacaktır. Ancak komisyonun İmralı’ya gidişi konusunda ayak sürümesi ve ziyarete yanaşmaması neyi ifade ediyor? Hangi hesapla, bu aşamada çözüm için olmazsa olmaz bir zorunluluktan imtina ediliyor?

İşte burada; probleme ya da problemlere işaret eden durumlar var. Bu durum kimsenin gözünden kaçmıyor. Somut adımlar, yani uygulamalarda değişim kararlılığına, niyetine dair haklı şüpheleri, sorgulamaları, güvensizliği kendisiyle getiriyor.

Birileri zaman kazanma derdinde mi?

Barış içinde yaşamak adına, en yüksek kapasiteyle çabalamak varken, neden adeta aslında barış yapmak gibi bir niyetinin olmadığını düşündürtecek şekilde eskiden yapılanlar yapılmaya devam ediyor? Daha önce yapılmamış olanlar yapılmamaya devam ediyor? Birileri zaman kazanma derdinde mi? Atılacak demokratikleşme adımları ertelendikçe, hukuki ve yasal adımlar atılmadıkça gerçekte kazanan kim? Kazanılan ne, kaybedilen ne?  Soruları bu yoğun gündemin neredeyse sabit soruları oluyor.

Bir taraf, yani Türk devleti; sorunların nasıl çözüleceğine dair neredeyse eskisi gibi olmayacağını söylemekten başka, gözle görülür kalıcı bir değişim yapmazken, diğer taraf yani Kürt hareketi ise; sadece Türkiye içinde değil, bölgede yoğunca yaşanan kimlik, inanç, cinsiyetçilik kaynaklı sorunlardan tutalım diğer sistemsel ve toplumsal sorunlara dair çözüm projeleriyle karşımızda duruyor. Sadece söylemiyor, büyük bir iddiayla inşa etmek üzere hazırlanıyorlar, bu kapsamda attıkları adımları duyuruyorlar.

Amaç eğer toplumu barış ve huzur dolu bir geleceğe taşımak için üzerine düşeni yerine getirmekse; yıllardır söylenegelen ama dünyadaki örneklerinden haberdarsanız inandırıcılığı kalmayan klişe varsayımları (bölünme, parçalanma, dağılma, yok olma tehlikesi vb.) tekrarlayanlar var ne yazık ki.  Dün Kürt varlığının dile getirilmesini, bugün Kürt sorunun çözülmesi gereğini dile getiren herkesi ihanetle suçlayan, eşitlenmeyi hakaret olarak gören, Türk, Sünni ve erkek olmayan herkesi neredeyse tehlike olarak işaret eden, hele Kürtler söz konusuysa “en iyi Kürt ölü Kürt’tür” gibi sayısız değerlenmelerin ırkçı nitelikte olduğuna kuşku yok.

Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu yaşam atmosferi

Irkçı, faşist, nefret söylemleri, toplumsal barış ve demokratikleşme önünde aşılması gereken bir engel olarak vardır. Ama bunlara, dünyanın hiçbir yerinde toplumsal bir parametre değeri biçilmez. Çünkü hiçbir biçimde ahlaki, insani, toplumsal bir ölçü olarak kabul edilmez. Düşünsenize! Kendini her anlamda üstün gören, kendine hak gördüğünü başkasına layık görmeyen, hatta kendinden olmayan için her türlü kötülüğü reva gören birisi ya da birileri hiç adalet ve eşitlik sağlansın, kardeşçe yaşam olsun, halklar bahçesi oluşsun ister mi? Hem siyaset anlayışları ama hem de son seçimlerde aldıkları toplam oy oranlarını düşündükçe, sürece dair her söylediklerinin özellikle bazı kanallarda haber yapılmasının maksatlı olduğu açık. Irkçı söylemlerle öne çıkan iki partinin son seçimde aldıkları oyların toplamı; Türkiye nüfusunun 3,39’u yani 3,5 bile değil.

Böylesi ırkçı faşist söylem ve eylem sahipleri, siyasi ekonomik çıkarları gereği böyle yapıyorlarsa; o halde, hassasiyetle yaklaşıp ikna edilmesi gerekenler kategorisinde yer almıyorlar. Bu söylemlerle yarattıkları siyasi konumlanmayla oylarını arttırma ve savaş rantçılarının çıkarlarının hamiliğini yapmanın asıl dertleri olduğunu düşünmeden edemiyoruz doğrusu. Çünkü sürecin yürütülüş biçimini değil, kendisini hedef alıyorlar. Geriye bu partilere oy veren 3, 38 kalıyor ki; bu yolda gerçekte ileriye atılacak her adımla iyileşmenin, yaraları sarmanın, ayağa kalkmanın görüleceği, hissedileceği zamanlar geldikçe, neden düşünceleri değişmesin, olumluya evrilmesin, onlar da barış, demokrasi, adalet ve eşitlik için çabalamasın? Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu yaşam atmosferi budur çünkü. Yenilenmiş, anlamlandırılmış Kürt-Türk ittifakıyla neler yapılabileceğine dair düşünülmesine, tartışılmasına ve yaşamın bu ilkelerle örülmesine, üretilmesine, oluşturulmasına ihtiyaç var.