“Hayal kurmaya ihtiyacımız var!”

Pandemi sürecinde, ekonomik olarak tüm işletmeler çok zorlu bir sınav veriyor. Öyle ki birçok esnaf kepenk kapatıyor. Ayla Uçar, bu zorlu koşullara rağmen hayallerini ertelemiyor. Tüm birikimini Tante Rosa Kitabevi’ni açmak için kullanıyor. En çok da “Birbirimizin çaresi” olacağımıza inancı ile yola çıkıyor.

RÜYA HÜSEYİNOĞLU
İzmir- Son dönemde, İzmir’in bir anlamda kalbi olarak nitelendirilen Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nin arka sokaklarında, şehrin ruhuna uygun nitelikte, oldukça özgün mekânlar açılmaya başladı. Önceleri daha atıl olan bu sokaklarda hem sanatsal hem de mekânsal düzeyde bir hareketlenme olmasını nicedir beklerdim. Tıpkı dünyadaki pek çok metropolde olduğu gibi İzmir’in de en işlek ve en hareketli caddelerinin o görünmeyen arka sokakları, bilinmeyenlere her daim gebe. Alsancak’taki bu hareketliliğin belki de en önemli tarafını yeni açılan butik kitapçılar oluşturuyor. 
Genç girişimcilerin estetik dokunuşlarıyla bambaşka bir boyut kazanan bu mekânların sayıları da gün geçtikçe çoğalıyor. Üstelik caddenin “diğer” tarafındaki bu renkli mekânların çoğunda, ana caddenin aksine esnaf kadınların yüzleri ile karşılaşmak daha olası. Bu çok özel kitabevlerinden bir tanesi de Tante Rosa Kitabevi. Mekân; Sevgi Soysal’ın kadınca başkaldırışları kendine has bir ironiyle ele aldığı o unutulmaz Tante Rosa kitabının ismi ile açılmış. Kitabevini işleten Ayla Uçar ile hemen sıcak bir dil yakalayıp böyle bir dönemde nasıl kitapevi açmak gibi “çılgınca” bir girişimde bulunduğunu konuşmaya başlıyoruz.
İzmir’e taşınıp hayalini gerçekleştirdi
1987 doğumlu Ayla, aslında uzun süredir kitapçılık işinin içinde. Ankara ve İstanbul’da dönem dönem garsonluk gibi farklı işlerde çalışmak durumunda kalsa da onun aklı hep kitabevi açmakta kalıyor. Bu hayallerin gölgesinde 3 yıl önce İzmir’e taşınıyor.  Bu sürecin en sonunda; her şeyin oldukça zorlu olduğu pandemi koşullarına rağmen bir şekilde imkânlarını zorluyor ve o çok arzuladığı kitabevini açmayı başarıyor. 
“Hep kitapçılık yapmak istiyordum; ama şartlar hemen kitapçı olmama el vermiyordu. Ankara’da yaşarken aslında Dost Kitabevi’ni gördüğüm zaman bu işe epey merak salmıştım. Çok güzel görünüyordu ve hepimizin hayali orada çalışmaktı. Çalışanlar yıllardır orada oldukları için bize çok da bir alan açılmıyordu. Ben de bir süre garsonluk, palyaçoluk, süsleme işi gibi işler yaptım. Bu alanlardaki maceramı kapatıp İstanbul’da yaşamaya başladım. Önce bir kitabevinde yönetici pozisyonunda çalıştım. Orada yayıncılık işine başladım. Yayıncılık oldukça zor bir süreçti. Patronlar, istekler, rakamlar, satışlar, talepler… Uzun süre yayıncılık alanında çalıştım. En son 30 yaşında hepsine veda edip İzmir’e taşındım. Yaklaşık üç yıldır da buradayım.”
Tante Rosa’nın ruhu burada yaşıyor
Sevgi Soysal’ın Tante Rosa’sında yaşamın keskin kurallarına ve tüm o bilindik sınırlandırmalarına karşı mücadele eden ve ezberleri bozmaya çalışan bir kadının hikâyesine tanıklık ediyorduk. Kadınlık ikilemlerine ve ekonomik koşulların yarattığı tüm zorluklara rağmen Ayla da tıpkı Tante Rosa gibi kendi hayallerinin peşinden gitmeyi seçiyor.  Ve en iyi bildiği, daha da önemlisi en mutlu olacağına inandığı işe el atıyor. Tüm yatırımını, insanın içinde huzur yaratan bu güzel kitabevi için kullanmayı tercih ediyor. 
“İzmir’de aslında kitapçılık alanında bir boşluğu fark ettim. Daha “normal” daha yeni nesil bir kitabevi olmak adına çalışmaya başladım. Her mağazada aynı kitapların olmadığı bir kitabevi yaratmaya çalışıyorum. Dükkânı tuttuğumda cebimde 100 liram kalmıştı. Sadece kendime güvendim. ‘Ben en iyi ne yapabilirim?’ diye sorduğumda, neticede bu işi yapmaya kararlıydım. Birikimlerime, diyaloglarıma tekrar bakıp insan biriktirdiğimi fark ettim. Yayıncılar, aracılar, kitapçılar, destekler, yazarlar… Eylül ayının hemen başında kontrat imzaladık. Hala aslında tadilat sürecimiz devam ediyor. Pandemi ve İzmir’de yaşanan deprem gibi birçok olumsuz etken oldu. Alınan önlemler arasında işimizi sürdürmeye çalışıyoruz. Aslında hiç de kolay geçmiyor. Destek veya desteğe yakın hiçbir şey yok. O yüzden tek başınıza kalıyorsunuz. Sistem sizi elemeye başlıyor. Esnafız evet; ama bakalım nasıl dayanacaksınız?”
Butik kitabevi çok satanları doldurmak değil
Ayla’ya göre butik kitabevi, çok satanları alıp mağazaya doluşturmak demek değil. Her ne kadar belli bir ekonomik gerçeklik olsa da, kitapçılık mesleğinin geleneksel dokusuna ve kültürüne saygı duyuyor.  Bir başka ifadeyle, bugün kaybolmaya yüz tutmuş bir mesleği icra ettiğinin bir hayli farkında. 
“Benden sonra ne kadar genç arkadaşımız var bunu devam ettirebilecek, inanın bilmiyorum. Çok zor aslında, çünkü baktığınızda insanlar için çok lüks bir ürün satıyorum. İnsanların kitap almayı sürekli ertelemek zorunda kaldıkları bir zamanda, ben hem burada mesaimi yapıyorum hem de kiramı ödüyorum. O yüzden karmaşık bir şeyin içinde kalıyoruz.” 
“İnsanların hayal kurmaya ve başkalaşmaya ihtiyaçları var”
Ayla her şeye rağmen kitabın geleceğinden bir hayli umutlu. O, insanların kutu gibi evlerinde hayal kurmaya her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç duyduklarını düşünüyor. Nitekim dünyada her zaman savaşlar gibi umutsuzluğun ve yıkıcılığın fazla olduğu dönemlerde, insanların kitaplara daha çok sarıldığını hatırlatıyor.
“Dünyada her zaman savaşlarda daha çok kitap satılmıştır. İnsanların kutu gibi evlerinde hayal kurmaya ihtiyaçları var. Başkalaşmaya, bir şeyleri hatırlamaya ihtiyaçları var. Psikolojik olarak da çok normal bir süreçten geçmiyoruz maalesef. İktidarın da sektörün de dayatması bu şekilde ancak direnmek lazım. Asıl zor zamanlarda bu işi yapmak lazım. Bu kutu gibi evlerin içerisindeki insanların birbirlerine kitap okuduğu bir dönem kurabilirsek eğer bu ülkenin başka bir döneminden de bahsedebiliriz. Başka insanları da cesaretlendirebiliriz. Türkiye tarihinde insanlar tutuklanınca önlerine kitap koyuldu veya kitaplar yakıldı. Bunu yapan insanlar için kitap her zaman korkunç bir şey. Biraz da bunun içinden çıkmak istiyorum. Savaşta, kıtlıkta asıl dolaşan ürün kitaptır. Buna güveniyorum açıkçası.”
“İnsanlar kendilerini burada iyi hissetsin istiyorum”
Ayla her türlü olumsuzluğa ve kötülüğe karşı direnmemiz gerektiğini her fırsatta vurguluyor.  Tante Rosa’nın sadece adını değil, ruhunu ve güzelliğini de taşıyan bu güzel mekân, birbirimizden epey uzak kaldığımız bu günlerde, sönmemekte ısrar eden umutlarımızı daha da pekiştiriyor. Ayla’nın “Ben aslında bir taş atmaya çalışıyorum. İnsanlar ekonomik olarak zor durumdalar ama ben de burada okuma fırsatı verebileceğim bir alan açmak istiyorum. Biraz kendilerini iyi hissetsinler istiyorum.” cümlelerini daha çok işitmeye hakkımız yok mu? 
“Açıkçası insanlar ekmek bulmakta bile zorlanıyorlar, diğer yandan iktidar çok başka bir yerden bastırıyor. Her gün uyandığımızda bir kadın cinayeti okuyoruz. Korkunç bir şey ama direnmek zorundayız. Birbirinden haberi olmayan bir sürü insan bir şey paylaşıyoruz. Çok uzakta bir kadın da sırf bir dükkân açtı diye tacize uğrayabiliyor. O kadın direniyor. Sabah açıyor ve akşam tüm zorluklara rağmen kapatıyor dükkânını. Son yıllarda bir şeyleri kadınlar durdurduysa bence vazgeçmemeliyiz. Birbirimize destek olmaktan başka çaremiz yok. “Birbirimizin çaresiyiz” boşuna atılan bir slogan değil. Bu sektör de çok “erkek” bir sektör. Bu insanı geriye itiyor ama biz de varız. Bizi artık bir şekilde görmek zorundalar. Bu onların sağlayacağı bir hak değil bizim mücadelemizle alacağımız bir hak. O yüzden bir kadın olarak bu mekânı açtım. Hem kadın kimliğini desteklemek istiyorum hem de bu zihniyetlerin böylelikle yavaş yavaş yok olmasını istiyorum.”