Kürdistan’da su kıtlığı: Ormansızlaştırma ve barajlarla sorun derinleştiriliyor
Türkiye’de yaşanan su sorununun Kürdistan’da ormansızlaştırma ve barajlarla derinleştirildiğini ifade eden Ekolojist Derya Akyol, sorunun bölgede göçe neden olacak tehlikeye ulaşmasına karşı uyardı.

ARJÎN DİLEK ÖNCEL
Haber Merkezi- İklim değişikliği ve küresel ısınmanın neden olduğu “su kıtlığı” dünyayı etkisi altına alan bir kriz olarak büyümeye devam ediyor. Yaşanan iklim krizi ve su sorunu 2025 Dünya Su Haftası kapsamında yayımlanan, “2000-2024 Döneminde Hane Halkı İçme Suyu ve Sanitasyonda İlerleme: Eşitsizliklere Özel Odak” başlıklı rapora da yansıdı.
Dünyada su sorunu
UNICEF tarafından hazırlanan rapor, 2015 yılından bu yana kaydedilen ilerlemelere rağmen, dünya genelinde her dört kişiden birinin güvenli şekilde yönetilen içme suyuna hala erişemediğini ortaya koyuyor. Yine rapora göre, en az gelişmiş ülkelerde yaşayan insanların diğer ülkelerde yaşayanlara göre temel içme suyu ve sanitasyon hizmetlerinden yoksun olma olasılığı iki kattan, temel hijyen olanaklarından yoksun olma olasılığı ise üç kattan fazla.
Adaletsiz su dağılımı ‘dezavantajlı bölgeler’ yaratıyor
Dünyanın üçte ikisi sularla kaplı olmasına rağmen, bu suların yalnızca yüzde 2,5’lik kısmı tatlı su kaynağıdır. Tatlı su kaynaklarının büyük bir kısmının da buzullarda olması sebebiyle yüzde 1’lik kısım insanların kullanımı için uygun durumdadır. Bu kıt su kaynaklarının dünya üzerinde dengesiz bir şekilde dağılmış olması bazı bölgeleri dezavantajlı hale getiriyor. Öte yandan nüfusun hızla artması ve iklim değişiklikleri durumu daha da sorunlu kılıyor. Dünya Sağlık Örgütü, 2,2 milyar insanın güvenli içme suyuna erişimi olmadığını tahmin ediyor. Dünya nüfusunun hızla artmasıyla 2030 yılına kadar su talebiyle mevcut su kaynakları arasında yüzde 40’lık bir negatif farkın ortaya çıkması bekleniyor.
Raporlara göre, dünyanın en fazla su kıtlığı çeken bölgesi Ortadoğu ve Kuzey Afrika. Dünya genelinde en fazla su stresi yaşayan 17 ülkeden 12’si Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yer alıyor. 2030’a kadar bu bölgede yıllık kişi başına düşen su miktarının kişi başına 500 metreküp olan mutlak su kıtlığı seviyesinin altına düşeceği tahmin ediliyor.
‘Su fakiri’ ülke riski
Tüm bu veriler Ortadoğu ülkelerinin nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu ortaya koyarken, Birleşmiş Milletler'in (BM) bu yıl yayımladığı iklim raporunda, Türkiye'nin “su stresi” yaşayan ülke konumundan 2030'da “su fakiri” ülke kategorisine geçme riskiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor.
Çevre Mühendisleri Odası'na göre mevcut durumda Türkiye'de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı ortalama 1330 metreküp. Ancak Doğal Hayatı Koruma Vakfı'na göre Ege, Akdeniz ve Kürdistan bölgelerinde bu oranın Türkiye ortalamasının çok altında olmasından endişe ediliyor.
Türkiye’nin her bölgesinde su sorunu yaşanırken “güvenlik politikaları” nedeniyle Kürdistan bölgesinde ayrı bir politika izleniyor. Kürdistan’da, iki dönem kentleri yöneten kayyımların şehirleri betonlaşmaya açması, “güvenlik” gerekçesiyle ormansızlaştırma politikaları, barajlar ve maden çalışmaları bölgede sur sorununu derinleştiren başlıca etkenler.
Ekolojist Derya Akyol, bölgedeki su sorununu ajansımıza değerlendirdi.
Türkiye’nin küresel ölçekte iklim değişikliğinden en fazla etkilenen bir coğrafi konuma sahip olduğunu belirten Derya Akyol, “Su sorunu için ‘su krizi’ diyorlar ama biz bu ifadeyi kullanmıyoruz. Su neden tek başına bir kriz olsun ki? Kuraklığın tamamen iklim değişikliğiyle bağlantısını da ele alırsak; kar yağışlarının azalması, yağmurun dengesiz yağışının sonucu olarak su sorununun yaşanması, sistemsel bir krizin sonucu. Bu da tehdit olarak görülen kuraklık sorunuyla karşı karşıya bırakıyor bizi” dedi.
‘Türkiye’nin bir su politikası yok’
“Türkiye’nin bir su politikası yok” diyen Derya Akyol, suyun tamamen meta olarak görüldüğünü, alınıp, satılabilen, şirketlerle devletler arasında bir “özel mülk” haline getirildiğini ifade etti. Suyun yaşamsal olmaktan çıkarılıp bir mülke dönüştürüldüğünü dile getiren Derya Akyol, bu yaklaşımın sorunları derinleştirdiğini belirtti.
Derya Akyol, “Yanlış politikalarla su sorununun daha fazla gün yüzüne çıktığını görüyoruz. Örneğin; tarımsal sulamada, salma sistemi yani ‘vahşi sulama’ dediğimiz su yöntemlerinin artık daha fazla kullanılır olması, suyun yüzde 50’sinden daha fazlasının heba olması demek. Şehir içi şebekelerinde de teknik alt yapının yetersizliği, eskimesi, teknik aksaklıklar bu suyun yüzde 25, yüzde 30’unun heba olmasına sebep oluyor” diye belirtti.
Canlı hayatı tehlikede
Kürdistan’da birçok etkenin su sorununu derinleştirdiğini söyleyen Derya Akyol, “Şehirleşmenin büyümesiyle birlikte betonun artması, yağmur suyunun toprakla buluşmasına engel oldu. Yağmur suyu artık nehirleri ve yer altı suyunu beslemiyor. En büyük sorunlardan biri de ormansızlaştırma. Sık sık yaşanan orman yangınları, farklı sahalar açılmak üzere ormanların katledilmesi de bu kuraklığa sebep olacak nedenlerden biri. Kişisel kullanımdan öte en başta canlı popülasyonu tehlikede, suyla beslenen temel yaşam varlığı su olan tüm canlıların yaşamını tehlikeye atılıyor. Eko-sistem kendi içerisinde bir denge. Bütün canlıların birbirleriyle etkileşimde olduğu bir denge. Temel gıdalarımız olan buğday, arpa gibi suya çok fazla ihtiyaç duyan bu besinler de susuzlukla birlikte artık verimi azalacak, üretimi düşecek. Bu da bizim en başta gıda güvenliğimizi etkileyecek” diye belirtti.
“Kuraklıkla birlikte suya erişim sorunu bölgeden göçe neden olacak” uyarısında bulunan Derya Akyol, özellikle kırsal yerlerde üretimin olmamasının zorunlu göçü beraberinde getireceğini kaydetti.
Kürdistan’ın yarı kurak bir bölge olması bakımından sonuçlarının daha ağır olacağını söyleyen Derya Akyol, “Kürdistan’ın geçim kaynakları tarım ve hayvancılık. Öz ekonomik gücü, istihdamı çok düşük olan bir coğrafyadan bahsediyoruz. Bu sorun böyle devam ederse 1990’lı yıllarda köy boşaltma politikalarıyla aynı sonucu doğuracak. Kürdistan, ormansızlaştırma politikasının yoğun olduğu bir bölge. Savaş politikalarıyla birlikte ormansızlaştırma politikası var, ormanlar yakılıyor, son birkaç yıldır da tamamen ağaçların köklerinden sökülerek taşınması söz konusu. Bu durum kuraklığı daha fazla derinleştiriyor. Şu an gündüz ve gece sıcaklık farkının çok az olduğu bir yerden bahsediyoruz. Orman yok, tamamen betona gömülmüş kentler var. Sokağa çıkma yasaklarında başlayan yıkımla birlikte hem bir beton kent ortaya çıktı. Kentler betona gömüldükçe gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı daralıyor. Nehirler zaten tahakküm altına alınmış durumda. Fırat ve Dicle gibi bölgeyi besleyecek olan nehirlerin barajlarla tamamen doğal akışı kesilmiş durumda. Bu da ne yapıyor, bölgenin ekosistemine çok etki ediyor” şeklinde konuştu.
‘Doğa ile barış mümkün’
“Barış ve Demokratik Toplum Sürecinde” doğa ile barışın da önemli başlıklardan biri olduğunu ifade eden Derya Akyol, “Biz barışı bir bütün olarak ele alıyoruz. Doğa ile barıştan söz ediyoruz. Hem doğa ile hem de hak ve özgürlükler bakımından bir barıştan söz ediyoruz. Barışın tesis edildiği bir süreçte ilk olarak bu hak kayıplarının giderilmesi gerekiyor. Tarımsal faaliyetlerin yeniden hayat bulması demek o toplumsal yaşayış biçimini de etkileyecek. Barış aynı zamanda toplumun birbiriyle de olan ilişkisini, o komşuluk ilişkisini tesis edecek. 1990’lı yıllarda güvenlik gerekçesiyle göç ettirilen köylülerin yeniden toprakla buluşması komünal yaşamın inşası demek” dedi.
Derya Akyol, son olarak şöyle dedi: “Bizim doğa ile uyumlu bir yaşam hayalimiz var. Bu rant politikalarından uzak toplum ve doğanın tekrardan iç içe geçtiği bir yaşam tahayyülümüz var, bunun için mücadele ediyoruz.”