Ortadoğu’da devlet krizi ve kadın: Suriye

Suriye’de kadınların durumu, savaşın ve cihatçı grupların yarattığı toplumsal ile kurumsal baskıların birleşimiyle zorlaşırken, kadınlara yönelik çok katmanlı şiddet, toplumsal, kültürel ve siyasal tahakkümün bir aracı olarak kullanılıyor.

ROCHELLE JUNİOR

Suriye – Suriye’de kadınlara yönelik şiddet, ülkedeki krizin en temel sorunlarından biri olarak öne çıkıyor. Ülke son yıllarda iki kez el değiştirdi; Baas rejiminin ardından cihadist çete grupları yönetimi ele aldı. Şam’daki her iki dönemin kadın politikaları özünde benzer bir çizgide ilerliyor. Geçmişten devralınan ideolojik kalıplar bugünkü politikaları şekillendiriyor, ancak cihadist ve şeriat maskesi altında uygulamada farklılaşıyor. Ülke genelinde kadın düşmanlığı politikaları uygulanıyor ve ortaya vahşi bir tablo çıkıyor. Kadına yönelik şiddet, bireysel eylemlerle sınırlı kalmayıp siyaset, toplum, ekonomi ve kültürle iç içe geçmiş yapısal bir sorun olarak görülüyor.

2011’de başlayan iç çatışmaların ardından ülke genelinde şiddet sarmalı derinleşti. Savaşla birlikte şiddet, devletin toplum ve özellikle kadınlar üzerindeki kontrol aracı haline geldi. İzleyen yıllarda dış güçlerin desteklediği militarist çete grupları Suriye’de hızla çoğaldı ve halkı, özellikle kadınları daha derin bir çatışmanın içine sürükledi. Kadınlar, şiddetin merkezine yerleştirilmiş; siyasi, toplumsal, kültürel ve ekonomik alanlarda kontrolün doğrudan hedefi oldu.

Ülkede kadınlara yönelik şiddet, günlük yaşamın farklı alanlarında kendini gösteriyor. Fiziksel ve psikolojik saldırılar, kaçırma, tecavüz, işkence ile ekonomik, sosyal ve siyasi baskılar kadınların karşılaştığı başlıca şiddet biçimleri arasında yer alıyor. Bunun yanı sıra hukuki ve kültürel uygulamalar, kadınların bireysel özgürlüğünü kısıtlamayı, itaat ve boyun eğmeyi dayatmayı amaçlıyor. Suriye’de kadınlara yönelik şiddet, yalnızca bireysel saldırılardan ibaret değil; kurumsal, toplumsal ve kültürel tahakkümün bir parçası. Siyasi iktidarın geleneksel erkeklik anlayışı ve toplumsal kısıtlamalarla iç içe geçmesi, bu şiddetin sürmesini sağlıyor.

Suriye’de şiddetin yapısal temelleri

Suriye’deki şiddet; merkeziyetçilik, erkek–devlet denklemi ile yasal ve toplumsal ayrımcılık temelinde şekillenmekte ve ülke krizinin derinleşmesinde başlıca etkenler olarak öne çıkmaktadır. Ulus-devlet formatında inşa edilen Suriye devleti; dincilik, cinsiyetçilik ve milliyetçilik temelleri üzerinde yükselmiş ve bir yüzyıl boyunca biriken sorunları günümüze taşımıştır. Bu sorun yumağı, 2011’den bu yana daha da derinleşen bir krizle patlak vermiş ve devletin çatlamasına yol açmıştır. Ulus-devletin çözüm üretemeyen yapısı, ülkenin kaderiyle oynayan bir konuma gelmiştir.

Esad rejiminin yıkılmasıyla birlikte Suriye yeni bir döneme girmiştir; ancak bu dönem, önceki dönemden radikal bir farklılık göstermemiştir. Geçici cihadist HTŞ yönetimi de merkeziyetçi devlet yapısını devralmış ve kendisi ile çevresindeki çete grupları dışındaki halkları, toplulukları, inançları ve özellikle kadınları tanımayan bir anlayış geliştirmiştir. Son yıllarda İdlib’de deneyimlenen dinci, şeriatçı ve cihadist hukuk sisteminde kadınlara biçilen rol; siyah çarşafın altına itilmek ve tüm haklarından mahrum bırakılmak şeklinde tecelli etmiş, bu politika günümüzde Şam’a kadar taşınmıştır.

Mevcut durumda, Suriye özünde bir çete devletine dönüşmüş durumdadır. Paralı askerler, cihadist gruplar ve güvenlik yapılanmaları, şiddeti yalnızca itaati dayatmanın aracı olarak değil, aynı zamanda iktidarı ve tahakkümü yeniden üretmenin temeli olarak kullanmaktadır. Fiiliyatta var olmayan bir devlet yapısından söz etmek mümkündür. Bugünün bölgesel gerçekliğinde, Suriye’de işleyen bir devletten, onun yasalarından, hükümetinden ve özellikle kadın haklarından bahsetmek artık mümkün değildir.

Topluma siyasal İslam hukukunu dayatan bu cihadist çete yapılanmaları, Suriye’nin cehennemine yeni bir kor düşürmüştür. Alevi, Dürzi ve Kürt bölgelerine yönelik sistematik katliamlar, talan, tecavüz, kadın kaçırmaları, keyfi tutuklamalar, ‘namus’ adı altında işlenen suçlar ve kadınların ekonomik ve sosyal haklardan mahrum bırakılması gibi ardı arkası kesilmeyen insan hakları ihlalleri devam etmektedir. Bu tablo, günümüz Suriye krizinde yaşananların temel başlıklarını ortaya koymaktadır.

Dini argümanları araçsallaştıran dincilik anlayışı, yaşam kültürü üzerinde kıyafet, davranış, eğitim ve çalışma gibi alanlarda denetim ve kısıtlamalar dayatmakta, şiddeti meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Bu durum, söz konusu uygulamalara karşı kolektif korku ve sindirilmişliği derinleştirmektedir. Bölgeye hakim kılınmak istenen tecavüz ve baskı kültürü, kadınları sindirerek mücadelelerini engellemeyi amaçlamaktadır. Kuzey ve Doğu Suriye dışında ülke genelinde yaygınlaşan militarist yapılar, girdikleri her bölgeyi yaşanmaz hale getirme gerçeğini de gözler önüne sermektedir.

Kadınların toplumdaki rollerini en alt seviyeye indirgeyen bu zihniyet, tecavüz kültürünü en yaygın saldırı biçimlerinden biri olarak kullanıyor. Erkek egemenliği, karar alma mekanizmalarının tekelleştirilmesinde ve kadınların rollerinin itaate ve bakıma indirgenmesinde belirginleşiyor. Şiddet, bu tahakkümü yeniden üretmenin temel aracı olarak işlev görüyor. Çatışma ve felaket dönemlerinde güç dengelerinin bozulması ve toplumsal-ekonomik gerilimlerin artması nedeniyle kadınlar genellikle daha yoğun baskı ve şiddete maruz kalıyor. Bu durum, hem bireysel hem de kurumsal düzeyde şiddeti sürekli yeniden üreten erkek egemen yapının varlığını ortaya koyuyor.

HTŞ ve çete gruplarının kadınlara yönelik sistematik baskısı

8 Aralık 2024’te Suriye’de, çatışmanın taraflarından biri diğerine karşı gerçekleştirdiği askeri darbe, demokratik olmayan ve barışçıl yöntemlerden uzak bir güç devrine yol açtı. Yönetimi devralan yapı, “Kim kurtarıyorsa o karar verir” anlayışıyla hareket ederek kendisine bağlı olmayan tüm kesimlerin dışlanmasını meşrulaştırdı. Bu durum, özellikle sivil toplum ve kadın hareketleri açısından ciddi bir tehdit oluşturdu.

Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), kadın haklarına düşman bir cihadist yapıdır. Köklerinin dayandığı El Kaide, El Nusra ve IŞİD gibi örgütlerin kadınlara yönelik katliama varan saldırıları, HTŞ’nin uygulamalarında açıkça görülebilir. Cihatçı HTŞ’nin kurduğu düzen, 2017’den itibaren İdlib’de oluşturulan ve ‘Kurtuluş Hükümeti’ olarak adlandırılan yönetim deneyimiyle net biçimde ortaya çıkmıştır. Bu yönetim, kadınları sistematik biçimde hedef almış, özgürlüklerini ve toplumsal-kamusal faaliyetlerini ‘şeriat’ ve ‘din’ adı altında kısıtlamıştır. Kadın hareketi tamamen kriminalize edilmiş, en basit talepler dahi reddedilmiştir. Demokrasi kavramının ve ona bağlı uluslararası sözleşmelerin, özellikle CEDAW’ın reddi, kadınlara başörtüsü ve çarşaf dayatılması ile eğitim alanlarında cinsiyet ayrımcılığının uygulanması, HTŞ’nin süreklilik gösteren politikalarının temel göstergeleri olarak öne çıkmaktadır.

Kadınlar kamu ve siyasi yaşamdan dışlanıyor

Bugün bu uygulamalar, Şam, Hama, Humus ve Suriye’nin sahil bölgelerine kadar yayılmış durumdadır. Kadınların siyasi temsili ise yalnızca sözde oluşturulan geçici hükümette, dış kamuoyunu tatmin etmek amacıyla verilen sembolik bir bakanlıkla sınırlı kalmıştır. Kamu ve siyasi yaşamda kadınların dışlanması, geleneksel kısıtlamaların dayatılmasıyla her alanda etkisizleştirme politikalarıyla sürdürülmektedir. Sözde yetkili olarak belirlenen Ubeyde Arnâut ve Kadın İşleri Ofisi Başkanı Aişe Debs’in açıklamaları, kadınlara yalnızca dini ve siyasi otoritenin kontrolü altında sınırlı roller verildiğini açıkça ortaya koymaktadır. HTŞ tarafından seçilen bu kadınlardan farklı bir tutum bekleyen de olmamıştır. Bu politikanın ister bir erkek ister bir kadın tarafından yürütülmesi sonucu değiştirmemektedir. Amaçları Suriyeli kadınları cihadist ve şeriatçı bir kıskacın içinde tutarak onların varlıklarını yok saymak ve bağımlılığı derinleştirmektir.

HTŞ’nin İdlib pratiği Ortaçağ uygulamalarını aratmıyor!

HTŞ’nin İdlib ve Batı Halep kırsalındaki kontrolü döneminde kadınlara yönelik saldırılar belirgin biçimde arttı. Kaçırma, tecavüz, keyfi tutuklamalar, zorunlu çarşaf dayatması ve eğitim ile çalışma özgürlüğüne yönelik ağır kısıtlamalar yaygınlaştı. Ayrıca, İdlib’de kurduğu pazarlarda kadınları metalaştıran ortaçağ uygulamalarına da imza attı. HTŞ ve bağlı grupların yıllar içinde yürüttüğü faaliyetler, kadınlara yönelik çok sayıda şiddet ve ayrımcılığı ortaya koydu. Raporlara göre, HTŞ kadınlara çarşafı zorunlu kılmış, seyahat için erkek refakat şartı getirmiş, kadın aktivistleri ve hak savunucularını keyfi biçimde gözaltına almış, işkence uygulamış ve bazılarını katletmiştir. Bu ihlallerin bir kısmı belgelenmiş olsa da pek çoğu hala eksik. Yine de basına yansıyan vakaların boyutu bile durumun vahametini anlamak için yeterlidir.

Kaçırılan kadınların sayısı verilerin çok üstünde

Suriye İnsan Hakları Ağı’nın raporları, rejimin eski veya yeni tüm muhalifler tarafından kontrol edilen bölgelerde, İdlib de dahil olmak üzere kadınların katledilme, tutuklanma, cinsel şiddet ve kaçırılma gibi benzer saldırılara maruz kaldığını ortaya koyuyor. HTŞ’nin Şam’ı ele geçirmesinin ardından bu ihlaller kamuoyu tarafından daha görünür hale geldi. Reuters’ın Haziran 2025’te yayımladığı rapora göre, saldırılar sırasında en az 33 Alevi kadın kaçırıldı, bir kısmı İdlib’e, bir kısmı ise Suriye dışına götürüldü. Saha bulguları ise kaçırılan Alevi kadınların sayısının çok daha fazla olduğunu, ayrıca daha önce binlerce Êzidî ve Dürzi kadının da benzer şekilde hedef alındığını gösteriyor. Bu kadınlar, cihadistlerin “sabi” olarak adlandırdığı, gerçekte ise ‘cinsel köle’ muamelesi görüp pazarlarda satılma gibi ağır ihlallere maruz bırakıldı.

Kadınlar zor koşullarda yaşam mücadelesi veriyor

Milyonlarca Suriyeli kadın, ekonomik ve toplumsal açıdan zor koşullar altında yaşam mücadelesi veriyor. Kız çocuklarının eğitim imkanlarının sınırlı olması ve kadınlar için iş olanaklarının kısıtlı olması, göç, yerinden edilme ve işsizlik baskısıyla birleşerek kadınların kırılganlığını artırıyor. Bu nedenle birçok kadın, güvencesiz koşullarda çalışmak ve kayıt dışı ekonomiye yönelmek zorunda kalıyor. Avrupa Birliği İltica Ajansı’nın (EUAA) 2024 raporu da, Kuzeybatı Suriye’deki krizin kadınları artan cinsiyet temelli şiddet riski ve temel hizmetlere erişim zorluklarıyla karşı karşıya bıraktığını ortaya koyuyor.

Halepli kadınlar çok yönlü mağduriyet yaşıyor

Suriye’nin en stratejik kentlerinden Halep, savaşın en yıkıcı etkilerini yaşayan yerleşimlerden biri oldu. Yoğun çatışmalar, kitlesel yerinden edilmeler, Türkiye’ye bağlı silahlı grupların etkisi ve siyasi-idari boşluk, şehri büyük ölçüde harap etti. Savaş öncesinde de kapalı ve kısıtlayıcı toplumsal normların baskısı altında olan kadınlar, çatışmalarla birlikte altyapının çökmesi, hizmetlerin durması, güvenlik tehditlerinin artması ve ekonomik yükün ağırlaşması nedeniyle daha da savunmasız hale geldi. Raporlara göre, Halep başta olmak üzere Suriye’nin birçok kentinde kadınlar, hem doğrudan savaşın mağduru hem de toplumsal ve ekonomik açıdan en kırılgan grup olarak çok yönlü bir mağduriyet yaşıyor.

Kadınların iş gücüne katılım oranı geriliyor

Seyahat, eğitim ve çalışma özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar, Suriye’de belgelenmiş en yaygın ihlaller arasında yer alıyor. Ülkenin farklı bölgelerini kontrol eden çete grupları, kadınların hareketini, okula gitmesini, çalışmasını ve giyim tercihlerini doğrudan sınırlayarak temel haklarını ellerinden alıyor. AVSI örgütünün raporuna göre, kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 22’den yüzde 13’e geriledi. Kuzey ve Doğu Suriye dışındaki kent ve köylerde binlerce kadın ve kız çocuğu, şiddetle karşı karşıya kalıyor ve cinsel şiddet (SGBV) hizmetlerine erişimde büyük güçlük yaşıyor. Bu durum, kadın personel eksikliği ve ulaşım sorunlarıyla daha da kötüleşiyor. Yerel örgütler, katliam, erken yaşta evlilik ve tecavüz vakalarının artmasının yanı sıra, ‘namus’ adı altında kadınlara yönelik katliamların da çoğaldığını bildiriyor.

Belgelere dayanan ihlaller

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, cihatçı HTŞ’nin iktidarı ele geçirdiği 8 Aralık 2024’ten 8 Ekim 2025’e kadar ülkenin farklı bölgelerinde (Kuzey ve Doğu Suriye hariç) faili meçhul cinayetlerde artış sürmüş, 359 kişi katledilmiştir. Katledilenler arasında 50’si kadındır.

Yargısız infazlar, sahada uygulanan idamlar, kaçırmalar, işkence, sivillerin hedef alınması, bombalı saldırılar gibi insan hakları ihlallerinde artış yaşanıyor. Gözlemevi bu dönemde toplam 10 bin 955 ölüm belgelemiş; bunların 8 bin 422’si sivil, 463’ü çocuk, 636’sı kadındır. Ek olarak 3 bin 54 kişi için sahada infaz kaydı bulunmaktadır.

Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) Mart 2025 raporunda, Mart 2024–Mart 2025 arasında kadın hakları savunucuları ve sivil toplumda aktif kadınlara yönelik 19 tehdit veya saldırı vakası kaydedildiğini açıklamıştır.

Çocuk evlendirmelerinde artış!

Gerileyen ekonomi, altyapının tahribi ve okullar ile sağlık merkezlerinin kapanması, kadınların sorumluluklarını ağırlaştırmış ve onları ciddi bir baskı altında bırakıyor. UNICEF’e göre savaş sırasında 7 binden fazla okul hasar görmüş ve 2,5–3 milyon çocuk eğitim dışında kaldı. Bu durum, çocuk işçiliği ve çocuk yaşta evlendirmelerin artmasına zemin hazırladı.

Kamplardaki zorlu koşullar en çok kadınları etkiliyor

Savaş nedeniyle yerinden edilen binlerce insan hala kamplarda yaşamakta ve bu zorlu koşullar en çok kadınları etkiliyor. Kamplarda sağlık hizmetleri son derece sınırlı, güvenlik ise yetersiz. Kadınlar hem şiddetle hem de derin bir umutsuzlukla baş başa bırakılıyor. Bu tablo özellikle Halep ve çevresindeki kırsal kamplarda daha görünür. Türkiye’ye bağlı silahlı grupların gerçekleştirdiği şiddet, tecavüz ve zorla alıkoyma vakaları, halkı ve özellikle kadınları yaşam tehlikesinin eşiğine sürüklüyor. Benzer ihlaller cihatçı HTŞ’nin kontrolündeki bölgelerde de yaygın. Bu alanlarda ne işleyen bir yargı sistemi ne de temel hukuk bulunuyor; dolayısıyla ortada gerçek anlamda bir devlet yapısından söz etmek mümkün değil.

Ajans muhabirimize tehdit!

Ayrıca hareket, eğitim ve çalışma alanlarında ağır kısıtlamalar uygulanıyor. Ajansımız NUJINHA muhabiri, kadınların sesini kısmaya yönelik tehditlerle karşı karşıya kaldı. Kadınların aranması, kadınlara özel kontrol noktaları kurulması ve telefonların incelenmesi gibi açık ya da kısmen belgelenmiş uygulamalar, kadınların hareket, çalışma ve eğitim özgürlüğünü ciddi şekilde engelliyor. Bu koşullar altında hukuki korumanın yokluğu, kadınlar açısından belirleyici bir sorun olarak öne çıkıyor. Mağdur kadınların adalete erişebildiğine veya etkili bir koruma mekanizmasından yararlanabildiğine dair kapsamlı bir kanıt bulunmuyor. Çoğu kadın, yaşadığı ihlali bildirmesini ya da yargı süreçlerine başvurmasını engelleyen bir zayıflık ve tehdit ortamında bırakılıyor. İhlalleri işleyenlerin HTŞ mensupları olduğu durumlarda tehlike daha da büyüyor, çünkü kendilerini ‘otorite’ olarak dayatan bu yapı, hesap verebilirliği neredeyse tamamen ortadan kaldırıyor.

Süveyda kadınlar için daha yaşanılır bir kentti

HTŞ’li cihatçıların bölgeyi ele geçirmesinden önce Süveyda, kadınların özgürlüklerinin kısıtlanması bakımından İdlib, Halep ve Dera gibi kentlere kıyasla daha az baskı altındaydı. Bu görece rahat ortam, kadınların toplumsal faaliyetlere daha geniş ölçekte katılabilmesine olanak tanıyor ve Süveyda’yı Suriye şehirleri arasında kadın hakları açısından istisnai bir örnek haline getiriyordu. Ancak buna rağmen, bazı kadınların Şam’a ya da cihatçı HTŞ kontrolündeki bölgelere seyahat ederken tacizden korunmak amacıyla başlarını örtmek gibi önleyici tedbirler almak zorunda kaldıkları toplumsal ve kültürel kısıtlamalar da varlığını sürdürüyordu.

İhlallerin çoğu Alevi, Kürt ve Dürzi bölgelerinde yaşandı

Ancak 13 Temmuz 2025’teki saldırının ardından HTŞ’ye bağlı cihatçı çete gurupları Süveyda’da kadınlara yönelik intikam amaçlı uygulamalara yöneldi. Kentte kadınlara yönelik kaçırma, katliam ve tecavüz vakaları yaşandı. Köylerinden göç etmek zorunda kalan ve barınma merkezlerine sığınan kadınlar ise özgürlükleri ve özgünlüklerine yönelik ağır ihlallerle karşı karşıya kaldı. Gözetim, hareket kısıtlamaları gibi uygulamalar kadınların fiziksel ve psikolojik güvenliğini tehdit eder düzeye geldi. HTŞ cihadist çete guruplarının kadına yönelik şiddet vakaları en fazla Alevi, Kürt ve Dürzi bölgelerinde belirginleşti. Êzidî kadınlara yapılanların aynısı Dürzi ve Alevi kadınlara yapıldı. Onlarca kadın kaçırılıp tecavüze uğradı ve çete gurupları kendi içinde kurdukları pazarlarda bu kadınları birbirlerine sattı. Süveydaya baskın kılan şiddet tüm bölgeyi içine aldı. Hastane, eğitim alanı ve diğer kamusal tüm alanlarda çalışan kadın ve erkekler vahşice katledildi.

HTŞ Suriye’yi kadınlar için bir cehenneme çevirdi

Süveyda’da şiddeti belirleyici bir araca dönüştüren cihatçı HTŞ, baskıcı uygulamalarını bugün de sürdürmektedir. Suriye’nin geniş bir bölümünü kadınlar için adeta bir cehenneme çeviren bu yapı, şiddeti normalleştirdiği ortamda kadınları en fazla hedef alan güç haline gelmiştir. Savaş sürecinde Süveyda’da yaşanan katliamlar ve tecavüz vakaları, aileler üzerinde ağır bir baskı yaratarak kadına yönelik şiddetin daha da artmasına neden olmuştur. Dürzi kadınlar, sözde devlet kurma iddiasıyla hareket eden cihatçı grupların vahşi saldırıları sonucunda derin bir travmanın içine itilmiş ve şiddetin merkezine yerleştirilmiştir. Bu tablo, bölgenin içinde bulunduğu gerçek durumu tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Özetle, Süveyda işgal öncesinde diğer Suriye kentlerine kıyasla kadınların daha geniş toplumsal özgürlüklere sahip olduğu bir yerdi. Ancak işgal ve sonrasında yaşanan nüfus hareketliliği, kadınların yaşam koşullarını dramatik biçimde değiştirdi. Fiziksel ve psikolojik şiddetin yoğunlaştığı bu süreç, cihatçı grupların kendi siyasi çıkarları uğruna yürüttüğü baskının toplumu nasıl bir çıkmaza sürüklediğini gösteren çarpıcı bir örnek haline gelmiştir.

Kadınlar mevcut tabloyu tersine döndürmek istiyor

Geçtiğimiz yıl (2024–2025), ekonomik ve siyasi koşulların son derece ağır olmasına rağmen aile içi şiddet ve çocuk yaşta evliliklerle mücadele konusunda çalışan kadın ve sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerinde belirgin bir artış yaşandı. Ülkede farklı güçlerin çeşitli bölgeleri kontrol etmesi, kadınların yaşam koşullarını şehirden şehre değiştirirken, bazı bölgelerde kadınların güçlenmesine yönelik önemli adımlar atıldı, bazı bölgelerde ise kadınların kamusal alandaki varlığını kısıtlayan muhafazakar ve geleneksel kalıplar yeniden dayatıldı.

Kuzey ve Doğu Suriyeli kadınlar tüm dünyaya rol model oluyor

Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi’nde ise farklı bir yönetim modeli dikkat çekiyor. Özerk Yönetim'in sivil ve siyasi kurumlarında uyguladığı eşbaşkanlık sistemi, kadınlar ve erkeklerin karar mekanizmalarında eşit temsiline dayanan yeni bir yapısal düzen oluşturdu. Bu sistem, Suriye kadın hareketi açısından nitelikli bir ilerleme olarak değerlendirilirken, son yılların en önemli demokratik kazanımlarından biri olarak öne çıktı. Bu yaklaşım, kadınların siyasal süreçlere katılımını güçlendirdiği gibi, bölgedeki toplumsal dönüşümün de temel dinamiklerinden biri haline geldi. “Kongra Star”, “Suriye Kadın Meclisi” ve “Zenûbya Kadınlar Topluluğu” gibi kadın örgütleri, farkındalık çalışmalarıyla birlikte kadınların sosyal, ekonomik ve politik alanlarda güçlenmesine yönelik çok sayıda proje yürüttü. Tüm bunlar, güvenlik riskleri ve siyasi baskılara rağmen bölgede kadın hareketinin önemli bir aktör olarak varlığını sürdürdüğünü gösteriyor.

Süveydalı kadınlar erk politikaları reddediyor

Süveyda’da tablo farklıydı. Kadınlar, eski rejimin yıllara yayılan baskı ve zulmüne duydukları öfkeyi görünür kılmak için sokaklara çıkmış, eşitliği ve özgürlüğü garanti eden sivil bir düzen talep etmişti. Ancak bu kazanımlar uzun soluklu olamadı. Eski rejimin otoritesinin çökmesinin ardından HTŞ, kadın düşmanı politikalarını Süveyda’ya da taşımak ve kentte baskın hale getirmek istedi. Süveyda kadınları ise bu girişimi güçlü bir biçimde reddetti. Uygulanan kısıtlamalara karşı açık bir duruş sergileyerek erkek denetimine yönelik itirazlarını dijital iletişim araçları üzerinden örgütlü biçimde dile getirdiler. Devletin, kadınları dışlayarak kurulamayacağını vurgulayan bu çıkış, kentte önemli bir toplumsal bilincin oluştuğunu gösterdi. Her ne kadar Süveyda, Colani liderliğindeki cihadist HTŞ’nin doğrudan kontrolünde olmasa da, bu yapının yaymaya çalıştığı muhafazakar söylem ve korku politikaları kentte ciddi bir kadın direnişiyle karşılaştı. Bu direniş, Süveyda’yı Suriye’nin diğer bölgelerinden ayıran en önemli toplumsal dinamiklerden biri haline getirdi.

Ekonomik kriz ve kadınların işgücü piyasasına yönelimi

Yoğun ekonomik kriz, Suriye’nin farklı bölgelerindeki kadınları ailelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için işgücü piyasasına girmeye zorladı. Bu süreç, kadınların öncülük ettiği tarım, eğitim, el sanatları ve yerel hizmetlerde ekonomik girişimlerin ortaya çıkmasına imkan tanıdı. Buna rağmen birçok kadın, düşük ücretler, uzun çalışma saatleri ve yasal-sosyal koruma eksikliği nedeniyle sömürüye maruz kaldı.

Kadınlar yasal engellerle kontrol altına alınmaya çalışılıyor

HTŞ’nin etkisiyle Suriye’de kadınlar tekrar gerilemelerle karşılaştı. En belirgin etki, ekonomik bozulmaydı; çalışma kadınlar için bir seçenek değil, zorunluluk haline geldi. Üstelik düşük ücretler, emeğin sömürülmesi ve güvenli iş ortamlarının yokluğu, durumu daha da ağırlaştırdı. Yasal altyapının eksikliği, hukuki boşluklar ve devlet işlevlerinin geçersizliği ise hak ihlalleri karşısında başvurulacak bir kapı bırakmamaktadır.

Sözde geçici yasalar, kadınların yalnızca eşlerinin izniyle çalışmasına izin veriyor ve gerekirse eş, kadının çalışmasını engelleyebiliyor. Cihadist çete yapılanmasının oluşturduğu bu yasalar, erkek otoritesini pekiştiriyor ve kadın haklarını ciddi şekilde kısıtlıyor. Kişisel statü yasaları ise şeriat temelli düzenlemelerle kadınları birçok haklarından mahrum bırakıyor.

Suriye’nin demokratikleşmesinde ilk adım, anayasanın kadın ve halkların haklarını güvence altına alacak şekilde yeniden düzenlenmesi olmalıdır. Mezhepçilik ve dini ayrımlar, kadın haklarını inanç ve bölgeye göre etkilerken, HTŞ’nin kontrolündeki bölgelerde kadınların karar alma mekanizmalarındaki varlığı neredeyse yok denecek kadar azdır ve sıkı politik ile toplumsal denetime tabidir.

Yasalar mezhep ve dini referanslardan bağımsız hale getirilmeli

Geçtiğimiz yıl, Suriye’de kadın deneyimi hem kazanımları hem de gerilemeleri bir arada gösterdi. Kadın bilinci ve kamusal alandaki katılımlarda ilerleme kaydedilmiş olsa da, kadınlar HTŞ gibi kadın haklarını hiçe sayan cihadist çete yapılanmalarıyla birlikte yol alınamayacağı konusunda hemfikir olmuştur. Mevcut yapı demokratikleşip kadın haklarını tanımadığı sürece, ne demokratik bir Suriye’den ne de kadın haklarından söz edilebilir.

Sonuç olarak; Kuzey ve Doğu Suriye’deki kadın deneyimi katılım ve temsil açısından ileri bir örnek teşkil etse de coğrafi olarak sınırlı kalmakta ve tüm Suriyeli kadınları kapsayamamaktadır. Bu nedenle, Suriye’nin geleceğinde adil ve sürdürülebilir bir kadın sistemi inşa etmek için yasaların mezhep ve dini referanslardan bağımsız hale getirilmesi, hukuki ve siyasi eşitliğin ise demokratik geçiş sürecinin temelini oluşturacak şekilde tüm ülkeye yayılması gerekmektedir.