Mayası tutmuş bir devrimin işareti: Jina isyanı
Mayası tutmuş bir devrimin işaretçisi Rojhilat ve İran’da ayaklanmaları, ahlak polisinin kaldırılması, zorunlu baş örtüsü yasasının değiştirilmesi, sosyal ve siyasal hakların tanınmasını aşmış durumda. Sorun, yerelden evrensele bir özgürlük sorunudur.
JİNEOLOJİ AKADEMİSİ
Kültürel yapısı ve tarihi ile halkların hegemonya karşısında direnişinin eksik olmadığı, birçok direnişe ilham olan Rojhilat ve İran’da Jina Mahsa Amini’nin tutuşturduğu isyan ateşi bir yılını dolduruyor. Girizgâh niyetine kısa bir hatırlatma yaparsak. Rojhilat Kurdistan’ında Saqizlı Kürt kızı egemenlerin verdiği isimle Mahsa, 14 Eylül’de Tahran’da ‘ahlak polisi’ tarafından işkence ile komalık edildi ve 16 Eylül’de Kasra Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. İran molla rejiminin belki de sümen altı edeceği kadın düşmanı politikasını ifşa eden ise iki kadın gazeteci oldu. Gazeteci Nilüfer Hamedi, katledildiği haberini ilk duyuran gazeteci, Jina’nın cenaze törenindeki ‘Jin Jiyan Azadî’ sloganını duyuran ise Elaha Muhammedi oldu. Rojhilat’ta kadınlar öncülüğünde başlayarak İran’daki halklara oradan tüm dünyaya yayılan isyanın ana sloganı çok önem kazandı ve mührünü yüzyıla vuran slogan haline geldi.
“Her ot kendi kökü üzerinde yeşerir” diyor ünlü Kürt destanı Mem û Zîn eserinde Ehmedê Xanî. Jina’nın duru güzelliğinin ve görülmesin diye sistemin sıkı sıkı kapatmasını istediği saçlarının ardından başlayan isyan ve bu isyanın doğurduğu “Jin jiyan azadi” siarı da coğrafyanın kendi köklerinden doğan ve tikelden evrensele uzanan bir seyir izleyen kadın nidası oldu. Bir yılın ardından Jina artık bir birey olmanın, işkenceyle katledilmiş bir kadın olmanın, zorunlu hicab yasasına karşı gelmiş bir kadın olmanın, ataerkile kafa tutmuş bir direnişçi olmanın çok ötesinde bir sembol oldu. Tıpkı Jina gibi “Jin jiyan azadi” şiarıda bir şiar olmanın ötesinde, tarihsel toplumsal kökleri olan ve bu köklerden beslenen bir devrimin sihirli formülü olarak anlamını bir kez daha kanıtladı.
Nitel birikimden nicel patlamaya
Toplumlarda niteliksel birikimler patlama ve niceliksel çoğalmaları beraberinde getirir. Tıpkı niteliğin niceliğe dönüşmesi gibi nicelikte hareket kabiliyeti ve gücü oranında niteliğe dönüşebilir. Jina’dan önce de İran rejiminin yakın tarihinde yüzlerce hatta binlerce kadın rejim muktedirleri gibi giyinmediği, konuşmadığı için katledildi. Hepimiz hatırlarız, tecavüz eden adamı öldürdüğü için idam edilen Reyhan Cebbarî’yi, rejimin yasalarına karşı özgürlük yasalarını savunduğu için idam edilen Şîrîn Elemhulî’yi, bir otel odasına kapatılıp tecavüz edilmek istenmesine karşı kendini pencereden atıp yaşamına son veren Ferinaz’ı, “Molla rejimine hayır” diyerek, gösterilere katıldığı için sokak ortasında vurulan Nidal’ı...İran rejiminin katili olduğu bütün kadınların isimlerini buradan saymak mümkün değil ama Jina isyanına giden sürecin hepsi kilometre taşları olarak anılmayı hak ediyorlar. Aslında son bir yıllık kesintisiz isyanı tüm toplumun özgürlüğüne akan bir sürecin başlangıcı olarak adlandırabiliriz.
“Ben ana tanrıça kültürünün çocuğuyum” diyen Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın, tanrıça soyundan gelen kadınlara sunduğu yaşam perspektifinin eseri olan “Jin-Jiyan-Azadi”de coğrafyanın köklerinden beslenen yanı ve 40 yılı aşkın mücadele birikimi ile bu akışın yönünü belirledi. “Hazineler kaybedildiği yerde aranır” diye bir anasözü vardır. Abdullah Öcalan, sihirli yaşam formülüne kaynaklık eden ilham olan coğrafyayı şöyle tanımlıyor: “Büyüleyici yaşam burada doğdu; Kürdistan’da Jin û Jiyan (kadın ve yaşam) olarak gerçekleşti. Bin yıllar içinde yaşam bu sefer hiyerarşi ve devlet iktidarlarında Jin û Jiyan somutunda aynı mekânlarda kaybedildi.”
Coğrafyanın direniş kültürü
Tarihi boyunca İran coğrafyasında, halkların kendi varlığını, kadınların kültürünü koruma inadının getirdiği isyan ile egemenlerin tekleştirme dayatmaları hiç eksik olmadı. Zagrosların köklü tanrıça kültürü ve ardından Zerdüşt’ü geleneği arkasına alan bu tarihin her durağı, bir bir direniş ve mücadele öyküsü ile çıkar karşımıza. Ancak erkek egemenlikli uygarlıkların da köklü ve uzun süreli yaşandığı bu coğrafyada, kadının toplumsal statüsü, yaşamda yer alma biçimi ve doğrudan yaşam biçimine yönelik yoğun müdahaleler her zaman olagelmiştir.
Hürrem’den Jina’ya
Aryen direniş geleneğinden bahsetmişken Hürrem Bint-i Kade’yi anmadan geçmek olmaz. Sasani İmparatorluğu’nda yozlaşmış iktidarlaşmış rahip, aristokrat, zengin sınıfına karşı halkın sesi olan Mazdek ve eşi Hürrem’in kurmak istediği toplum eşitlikçi-ortakçı-komünal bir toplumdur. Mazdek kurmak istediği toplum için iktidarla uzlaşmayı onu dönüştürmeyi yöntem olarak belirleyip bu uğurda katledilirken (499), ölümünden sonra Hürrem iktidarla uzlaşmanın felaket getireceğini bildiği için savaşmayı seçer.
“Hürrem’in bu kararı harekette lider boşluğunun oluşmasını ve güçlerin dağılmasını engeller. Yer altına çekilen güçler, Hürrem’in öncülüğünde Hürremiler adıyla mücadelelerini sürdürürler. Öncülüğün bir kadın tarafından gerçekleştirilmesi, hareketin bir kadın adını alması yoğun bir kadın katılımına ve desteğine yol açar. Hürrem hareketinin kurmay ekibini kadın ağırlıklı oluşturur ve demokratik bir işleyişte ısrarcı olur. Ülkede Mazdekilik yasaklanmıştır. Hürremlik ise daha devletin dikkatini çekmemiştir. Bu nedenle egemenler hareketi tasfiye ettiklerine inanmaktadırlar. Fakat durum hiç de öyle değildir. Toplumsal sorunlarla birleşen kadın sorunu, mücadelenin ciddi anlamda gelişmesine ve genişlemesine yol açar. Kadınlar çeşitli yollarla eşitlikçi-ortakçı toplum kültürünü sürdürüp, savunmaya çalışırlar. Bu onların kendi öz kültürleridir. Kimi bunun için oğlunu, yeğenini, kardeşini ve eşini hazırlayıp mücadeleye sevk ederken kimisi de Hürrem gibi doğrudan kendisi mücadele arenasına öncü, savaşçı ve örgütleyici olarak çıkar. Hürrem bu gelişmelerle birlikte eşitlikçi-ortakçı neolitik kadın kültürünün etkili bir taşıyıcısı ve sözcüsüne dönüşür. Mücadeleleriyle egemen Sasani İmparatorluğu’nu temellerinden sarsarken, kendinden sonraki zamanlar için de muhteşem bir direniş mirası bırakır.”
Maalesef tarih kayıtları ataerkil egemenlerin yazıcılarına kaldığından dolayı Hürrem hakkında pek fazla bilgiye rastlanmaz ve adeta yok sayılır. Hürrem’in ve Hürremedin hareketinin etkileri Babek, Karmati, Zenc dahil kendinden sonra gelişen halk isyanlarını 10’uncu yüzyıla kadar etkilemiştir. Bugün Jina Amini’nin ardından başlayan serhildanların eşitlik, özgürlük ve adalet taleplerinde Hürrem’in izlerini görmek mümkün.
İran coğrafyası için önemli bir direniş mirası olarak örnek verdiğimiz Hürrem’in yanında, kadınların öncülük yaptığı, kadınların direnişin kendisi olduğuna tanık oluruz. 1850’ler sonrası dünyada genel olarak yükselen feminist dalganın rüzgârı bu coğrafya da kadın mücadelesini etkilemiş ve bu rüzgârı gelenekselle buluşturan bir direniş geleneği örülmüştür. Tebriz Kadın Ayaklanması, 1890’daki Tütün Protestoları, 1895’teki gıda kıtlığına yönelik protesto hareketi, 1906 Anayasa Hareketi ve 1979 İslâm Devrimi birer kadın hareketi olmasalar da İranlı kadınların aktif olarak yer aldıkları ve hatta zaman zaman liderlik ettikleri toplumsal hareketler olmuştur.
Dıştan dayatılan din de modernizm de tutmuyor
İran, etnik kimlik, dil ve inanç bakımından da en çeşitli Ortadoğu ülkesidir. Son iki yüzyıllık ulus devlet baskısı ile tekleştirilme çabalarına rağmen, biçilen gömleği her seferinde parçalamayı bilmiştir.
20’nci yüzyılda İran’da kadın üzerinde yürütülen politikaları; iktidarın dayattığı milliyetçi-tekçi modernizm ile dinci iktidarın dayattığı tekçi despotizm arasında sıkışma olarak yorumlayabiliriz. Öte yandan ise kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin, kesintisiz evrenselin etkisi ve yerelin özgünlüğü ile devam ettiğini de söylemek mümkündür. Bu iki yönlü savaş ve sıkışmanın bugün için de hala geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Baba oğul şahlık-monarşisi döneminde haneden kültürü model olarak topluma sunulmuş, batı özentili modernizmin taklidi kadınlar üzerinden sergilenmeye çalışılmıştır.
“Kapitalist modernitenin Ortadoğu versiyonu, benzer birçok coğrafyada sorun alanına dönüşmüştür. Toplumun yerele has karakterini algılamadan sunulan çözüm reçetelerinin Ortadoğu-Kürdistan gibi kadim coğrafyalarda yaşamsal karşılığı bulunmamaktadır. Kadın özgürlük sorunsalını ya yok sayan ya da toplumsal özgürlükten azade değerlendiren yaklaşım bu coğrafya da maya tutmuyor. Batılı moderniz çözümler de maya tutmuyor...”
1979’da çöken kâbus ve 44 yıllık isyan
Modernizmin dıştan dayatmalarına karşı 1979’u bir devrim olarak gören kadınlar, önemli oranda Humeyni’yi desteklemiş ancak dinci gericiliğin gerçeği ile acı bir şekilde yüzleşmişlerdir. Mücadele ve bedellerle kazanılmış siyasal ve sosyal haklar ortadan kaldırıldı ve kadınlar ev sınırlarına hapsedildi. Seyahat, okuma vb. bütün hakları erkeğin iznine ve eline tabi kılındı. O erkek 5 yaşında bile olsa, yanında bir erkek olmadan kadınların sokağa çıkması yasaklandı. İran İslam Rejimi Lideri Ayetullah Humeyni’nin devrimin henüz ilk aylarında kamuda çalışan kadınlara yönelik getirdiği peçe takma kararı kadın hâkimlerin görevden alınması gibi uzun bir liste ile kadınların en temel hakları ellerinden alındı.
Kadınların rejimin ilk yılından itibaren isyanı hiç durmadı. 1980 yılında kadınlar, 8 Mart’ta sokaklara isyana çıktılar. İran ve Rojhilat Kurdistan’da 44 yılı aşkın süredir kadınların direnişi devam etmektedir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bugün Jina’nın katledilmesiyle fitili ateşlenen ve bir yıldır devam eden serhildanlar, kadınların sistem karşıtı özgürlük yanlısı niteliksel sıçramasının, niceliksel sokaklara taşmış halidir diyebiliriz.
Ancak her devrim süreçlerinin olduğu gibi bir yıllık süreci ele aldığımızda bu devriminde tehlikeleri ve avantajları bulunmaktadır. Avantajlarını yukarıda tarihsel ve kronolojik bir şekilde kalemimin yettiği kadar anlatmaya çalıştım. Aryen toplumların, ana kadın kültürünün köklü varlığı ve hala birçok inançta bunun bugüne yansımasını görmek mümkündür. Ana tanrıça direngenliğinin, taşıdığı kültürün sonuç almaması tarih de görülmemiştir bugün de mümkün değildir.
Tehlikeli ve dezavantajlı yönlerine gelirsek. Coğrafyadaki kadın özgürlük problemini İslam Devrimi ile sınırlamak, devam eden devrimsel sürecinin tam manasıyla kavranmasında da kimi zorluklar yaratmaktadır. Bir yıldır tıpkı nabız atışı gibi yükselip düşen ama kesilmeyen serhildan sürecinde lokal de olsa ortaya çıkan bir tema da 79 öncesi sürecin daha özgürlükçü ele alınmasıdır. Eylemlerde bir slogan olarak öne çıkan ‘Merg ber sîtemger çi şah baş e çi rehber’ yani ‘Sömürgecilere ölüm ister Şah olsun ister Rehber’ çağrısı, serhildanların gerçek öncülerinin hangi fikir ve istemde olduğunu ortaya koymaktadır. Özcesi kadınlar, ‘Sorun rejim sorunu değil sistem sorunu’ demektedir.
İsyana yön verme ve argüman yapma çabası
Bir başka konu ise kapitalist modernite güçlerinin hegemonya savaşında kadınların isyanını bir argüman olarak kullanması. Diasporada yetişmiş, kimi kimliklerin serhildanların sözcüsü olarak sunulması ve o kadar bedel ödeyen devrimin asıl sahiplerinin nesneleştirilmesi süreci. Sokaklarda özgürlüğünü canı pahasına savunarak özneleşen kadınların flulaştırılıp, hegemonya sahiplerinin istediği yönde ve biçimde söz söylemek için yetiştirdiği proje aktivistleri piyasaya sürmesine tanık olduk bu bir yılda. Bu kesimler “Jin jiyan azadi” sloganının hangi ideolojiden beslendiğinden tutalım devrimi çarpıtmak ve köklerinden koparmak için uğraştı/uğraşıyor.
Sokak sokak kazanılan hakların birilerinin masa başı politik çıkarlarının argümanına dönüştürülmesi ve bunun yönlendirilmeye çalışılmasına da devrimin özneleri illaki izin vermeyecektir. Çünkü bu coğrafya dıştan dayatılan modernleşmeyi de dıştan dayatılan şer-i hükümleri de kabul etmiyor.
Majinal kesimlerin devrimi bulandırma çabası
Rojhilat ve İran’da başlayan ayaklanma ve devam eden devrim sürecini kendi yedeğine almak için liberalizm daha önceki devrimlerde olduğu gibi çeşitli argümanlarını yine devreye koyuyor. Kadınların özgürlük taleplerinin yanına başka marjinal talepleri ekleyerek temel özgürlük sorunu olarak sunmakta bunlardan biridir. Yine “Rejim geri adım attı” propagandasıyla sistemin birkaç iyileştirmesinin kadınların tek talebiymiş gibi sunulması da buna örnek verilebilir. Bu serhildan sürecinde artık mücadele ahlak polisinin kaldırılıp kaldırılmaması, zorunlu örtüsü yasasının değiştirilmesini, kadınlara kimi sosyal ve siyasal haklar tanınması tartışmasını aşmış durumdadır.
Sorun yerelden evrensele bir özgürlük ve bunun için verilen mücadele sorunudur. Halklar Önderi Öcalan, “Özgürlük, yeni özgürlüklere vesile oluyorsa anlamlı olur. Bu oluşturucu özgürlüktür. Özgürlüğünüz başka özgürlüklere vesile olmuyorsa, bu tutsaklaştırıcı özgürlüktür” diyor. Kapitalist modernitenin ideolojisi liberalizmin bireysel hak ve özgürlükler kandırmacası bu çağda tüm yaşam alanlarına damga vurdu. ‘Arap Baharı’ denilen süreç de dahil olmak üzere birçok devrim sürecini boğdu. Rojhilat ve İran’da yaşanan süreç; toplumsal özgürlüğü inşa eden bir yerde duruyor ve mayası tutmuş bir devrimin işaretini veriyor.
*Bu yazı için Jineoloji Dergisi’nin Ağustos ayında yayınlanan ‘Rojhilat’ dosya başlıklı 28’inci sayısından faydalanılmıştır.